Cazın geleceği üzerine tahminler yapmak için caz müziğinin geçmişini
gözden geçirmekte yarar var.
Tarihsel olarak baktığımızda, caz müziğindeki değişim çizgisi
hemen görebiliriz. Onar yıllık aralarla farklı akımlar geçer gözümüzün
önünden: 1900’ler öncesinde blues ile başlayan yolculuk, daha sonra ragtime,
1920’lerde New Orleans-Dixieland, 30’larda swing, 40’larda bebop, 50’ler ve
60’larda hardbop, free jazz, 70’lerde fusion, 80 ve sonrasında ise caz rock,
modern caz, avrupa cazı, yeni klasik, dünya müziği gibi iç içe geçmiş tarzlarla
bugünlere gelir.
Bugün ‘klasik caz’ olarak adlandırılan ve caz geleneğinin ‘ana ırmağı’ olarak düşünebileceğimiz akımlar, ilk ortaya çıktıklarında, son derece değişik, hatta devrim sayılabilecek yenilikleri içeriyordu. Dizzie Gillespie ile birlikte bebop’ın kurucusu sayılan alto saksafoncu Charlie Parker’ın pek çok dinleyici tarafından caz tarihinin en beğenilen doğaçlamaları arasında gösterilen ‘Parker’s Mood’ parçası, harika bir blues örneğidir. Ancak caz tarihinin Bird öncesi ve Bird sonrası diye ikiye ayrılmasının nedeni Parker’ın bu duygusal sololarından çok, caz müziğine getirdiği yenilikler. Akrobatik bir gösteriye dönüşen müthiş hızına karşın, her notası temiz duyulan akıcı sololar, farklı ritmik, ezgisel, armonik anlayışlarla süslenmiş parçalar ve o zamanlarda pek duyulmayan 9’lu, 11’li, 13’lü akorlar, Charlie Parker’ın caz tarihinine geçmesine neden olan ana etkenlerdir. Peki o tarihlerde, swing döneminin geleneksel savunucuları Parker’a ve bebop’a nasıl bakıyordu dersiniz? Size çok bilinen birkaç örnek vereyim:
Bugün ‘klasik caz’ olarak adlandırılan ve caz geleneğinin ‘ana ırmağı’ olarak düşünebileceğimiz akımlar, ilk ortaya çıktıklarında, son derece değişik, hatta devrim sayılabilecek yenilikleri içeriyordu. Dizzie Gillespie ile birlikte bebop’ın kurucusu sayılan alto saksafoncu Charlie Parker’ın pek çok dinleyici tarafından caz tarihinin en beğenilen doğaçlamaları arasında gösterilen ‘Parker’s Mood’ parçası, harika bir blues örneğidir. Ancak caz tarihinin Bird öncesi ve Bird sonrası diye ikiye ayrılmasının nedeni Parker’ın bu duygusal sololarından çok, caz müziğine getirdiği yenilikler. Akrobatik bir gösteriye dönüşen müthiş hızına karşın, her notası temiz duyulan akıcı sololar, farklı ritmik, ezgisel, armonik anlayışlarla süslenmiş parçalar ve o zamanlarda pek duyulmayan 9’lu, 11’li, 13’lü akorlar, Charlie Parker’ın caz tarihinine geçmesine neden olan ana etkenlerdir. Peki o tarihlerde, swing döneminin geleneksel savunucuları Parker’a ve bebop’a nasıl bakıyordu dersiniz? Size çok bilinen birkaç örnek vereyim:
- 1946 yılında Downbeat dergisi bir Charlie Parker değerlendirmesinde, yapılan müziği ‘tatsız, tuzsuz, akıldışı bir fanatizmin örneği’ olarak tanımlıyordu.
- Gene 1946 yılında, Time dergisi bebop’ı tanımlarken ‘fazlaca ısıtılmış ezgiler, boşboğazlık, uyuşturucu ve müstehcenlikle süslenmiş abartılı sözler’ gibi özelliklerden söz ediyordu.
- Cab Calloway’in 1955’te söyledikleri de pek yenilir, yutulur gibi değil: ‘Bu Çin müziğinin orkestramda çalınmasını istemiyorum’.
- Peki, popüler parçalarda ilk caz cümlelerini kullanan, blues’u armonik olarak yeniden biçimlendiren, düzenlemelerine modern caz akorlarını ekleyip vokalde scat tekniğini yaratan, caz müziğinin babası sayılabilecek yenilikçi bir müzisyen olan Louis Armstrong, 40’ların yeni müziğini nasıl karşılamıştı dersiniz? Louis Armstrong, 1948 yılında bebop için ‘İnsanlar bu anlamsız, tuhaf akorları, yeni bir şey diye merak edip dinliyorlar ama hemen sonra sıkılıyorlar, çünkü güzel bir müzik değil, ne akılda kalacak bir melodiye ne de dans edilebilecek bir ritme sahip’ diyordu.
Besteci ve tenor saksafoncu John Coltrane de caz tarihinin mihenk
taşlarından birisi. Özellikle armonik yapıda, caz standartlarına getirdiği yeni
yorumlar ve 'Coltrane Changes' diye anılan standart akorların yerine kullandığı
farklı vekil akorlar ile caz tarihindeki dönüm noktalarından biri, Coltrane.
Coltrane’in 1950’lerin sonundaki free jazz kayıtları ve 1960’lardaki avant-garde
jazz olarak adlandırdığı müziği, cazda devrim sayılabilecek türden bir
değişimdi.
John Tynan, Downbeat dergisindeki 23 Kasım 1961 tarihli
yazısında, John Coltrane ve Eric Dolphy için ‘Avant-garde adı verilen, aslında anti-jazz
olarak kabul edilebilecek korkunç bir müzikten söz ediyor. Tynan yazısında,
Dolphy ve Coltrane’in müziğine ‘iki nefeslinin nihilist egzersizleri’, ‘swingi
yıkmaya yönelik kasıtlı bir çaba’, ‘anarşizm’ gibi sıfatlar yakıştırıyordu.
Yenilik arayışlarının her dönemde sert tepkilerle karşılaştığını söyleyebiliriz. Ben, gene de cazın geleceğinin yenilikçi anlayışlar, arayışlar, sentezler, sonu gelmeyen denemelerde olduğunu düşünüyorum. Bu yenilik,
geleneksel müziklerle bağlar da içermeli, ayrılıklar da. Yani değişimi mutlak bir
kopuş gibi algılamamak gerekli.
Değişime direnen müzisyenlerin, eleştirmenlerin, yapımcıların
bilinçaltında sanki bir korku gizli. Deneysel çalışmaların geleneksel müziği
öldüreceği, şu anki ayrıcalıklı konumlarını yitirecekleri, yeniliklerin
kendilerini saf dışı edeceği gibi yersiz korkular, bunlar. Bu tür tutucu
insanlar, en iyi bildikleri müziği yücelten, bir ya da birkaç müzisyenin peşine
takılıp, sürekli ondan söz eden, onların kayıtlarıyla yatıp kalkan kişilerdir. Sürekli aynı
müziklerden örnekler verip, sözü bir şekilde onlara getirirler. Değişim
kaygılarını bastırmak için, her türden yeniliğe çamur atmaya, onu küçültecek
örnekler vermeye, her deneysel girişimin hatalarını bulmaya çok meraklıdırlar. Deneysel
müziklere eleştirel ama destekleyici bir tavır takınmak yerine alaycı,
aşağılayıcı ve saldırgan bir tutumu benimserler. Bugün canları pahasına savunup değişmez olarak gördükleri caz akımlarının da ilk ortaya çıktıklarında,
çoğunlukla aynı sert biçimde eleştirilmiş hatta saçma sapan işler olarak görülmüş
olduğunu akıllarına getirmezler. Oysa caz, sürekli bir değişim içinde. Bebop
daha sefasını süremeden, Coltrane’in yeni arayışlara girmesi, Coltrane’e
alışamadan fusion’la tanışmamız, sonrasında fusion’ı da unutmamız gibi pek çok
örnek verebiliriz. Sanırım buradaki yanılgı, Nasrettin Hoca’nın sazda doğru
notayı bulup bırakmaması gibi, bazı kişilerin de sonsuza varacak kusursuz bir
müzik akımını bulduğunu düşünerek, onun dışındaki her şeyi dışlamaları.
Herakleitos
kendisinden önceki filozofların boşu boşuna evrende kalıcılık ve süreklilik
aradıklarını, evrende durağanlık değil, tam tersine mutlak bir değişmenin söz
konusu olduğunu öne sürmüştür. Irmak sürekli aktığı için aynı suda ikinci kez yıkanamayız.
Evrende hiçbir nesne yoktur ki, değişmeden aynı kalsın. Evrendeki tüm öğeler
arasında sürekli bir çatışma hali vardır ve değişmeyen tek şey, bu değişme halidir.
Burada, yanlış
anlaşılabilecek bir konuyu özellikle vurgulamakta yarar var. Çoğu zaman,
yenilik peşindeki kişilerin geçmiş müzikler, geleneksel tavırlar konusundaki
engin bilgisi beni şaşırtmıştır. Yenilik dediğimiz şey, geçmişten bir kopuş
olduğu için aslında her yenilik, tam koptuğu yerden geçmişe bağlıdır. Bu
yazıdan yanlış sonuçlar çıkarıp, sanatta değişim ve yenilikçiliği bir zorunluluk,
dayatma veya bir sanat yapıtının vazgeçilmez bir parçası olarak görmek veya
yenilikçiliği geleneksel müziklerin yerine koyup, geçmişi yok saymak gibi
yanlış bir yola sapmamak gerekir. Bugün, yenilikçi olmadan harika müzikler
yapan bir çok müzisyen var. Biz onları, ‘Tamam güzel de, nerede senin yenilikçi
yanın’ diye suçlayabilir miyiz? Nasıl bir yaklaşımı benimseyeceği müzisyenin,
bestecinin, şairin kendi seçimidir. Ayrıca, bugün ortalama işlere yakın olan
bir müzisyen, yarın daha deneysel işler yapabilir. Ya da aynı kişi geleneksel müzikleri yenilikçi bir tavırla yeniden yaratabilir.
Dolayısıyla burada hem yenilik peşinde koşanlara hem de geleneksel müzik
yapanlara aynı hoşgörüyü göstermemiz gerekir. İster müziği eski haliyle korumak
üzere, isterse öğrenip değiştirmek üzere çalışsın, bir müzisyenin geçmişe olan
ilgisi, aynı yenilikçi müzisyenin çabası gibi desteklenmelidir.
Son olarak, insan
doğasına da değineyim. Yaratmak, durağanlığa karşı bir savaşsa, zaman içinde
aynı türden bir yaratıcılığa saplanıp kalmak da benzer bir durağanlık getirebilir. İnsan çabuk
sıkılır, yani her zaman, her koşulda bir yolunu bulup sıkılabilir. Bir
çıkış da bulunmaz çoğu zaman, elinde sazınla, öylece köşeye sıkışır kalırsın. Eski
sesler artık heyecan vermez, en tanıdık yollar çıkmaz olur. Her notasını ezbere
bildiğin parçalar, gün gelir unutulur. Ben köşeye sıkışınca, içime
kapanırım. Öyle bir karanlık. Ardından ayışığı gibi Mevlana'nın dizeleri gelir :
Her gün bir yerden göçmek ne iyi,
Her gün bir yere konmak ne güzel,
Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş,
Dünle beraber gitti cancağızım;
Ne kadar söz varsa düne ait,
Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder