Ahmet Kaya, her şeyi siyah ya da beyaz olarak görmeye meraklı
toplumumuzun, yaşamını kararttığı müzik
adamlarından birisi. Pek çok kişi tarafından sevilerek dinlenirken, bir gecede, ne idüğü belirsiz birkaç milliyetçiyle, iftiracı gazetecinin kurbanı olarak, terörist ilan edildi Ahmet Kaya. (1)
Ölümünden yıllar sonra ise abartılı bir sahiplenmeyle, bu sefer de
kahraman ilan edildi. ‘Bölücü Yavşak’, ‘Vay Şerefsiz’ gibi başlıklar atanlar,
bir ödül gecesinde işi fiziksel saldırı boyutuna getirenler, bugün pişmanmış. Eleştirinin
pişmanlığı da olur geri dönüşü de ancak linç etmenin pişmanlığı olmaz. Onun
için, Ahmet Kaya’yı linç edenlere, özür dilemek dışında bir söz hakkı
verilmesini ben doğru bulmuyorum.
Ayrıca tüm toplumca yapılmış bir girişimini birkaç kişinin üstüne atmayı da doğru bulmuyorum. Bu yazının konusu bu değil ancak son olarak şunu da eklemeliyim ki bu linç girişimi ne kadar haksızsa, yıllar sonrasında gelen bir hak teslimini, kahramanlık, büyük sanatçılık noktalarına getirmek de doğru değil.
Ayrıca tüm toplumca yapılmış bir girişimini birkaç kişinin üstüne atmayı da doğru bulmuyorum. Bu yazının konusu bu değil ancak son olarak şunu da eklemeliyim ki bu linç girişimi ne kadar haksızsa, yıllar sonrasında gelen bir hak teslimini, kahramanlık, büyük sanatçılık noktalarına getirmek de doğru değil.
Bu yazıda Ahmet Kaya’nın müziği ve
albümleriyle ilgili görüşlerimi yazacağım. Kürt baba ve Türk annenin beşinci
çocuğu olarak doğan Ahmet Kaya yoksul bir ailede büyümüş. Ahmet Kaya için bir militan
demek pek doğru olmasa da, sanırım, sol hareket içinde bulunmuş, solcu şairleri bilen,
halk müziğini tanıyan bir müzisyen diyebiliriz. 12 Eylül 1980 darbesiyle tüm
sol örgütler çöküp, devrimciler hapislerde işkence görürken, Ahmet Kaya
tutuklanmadan dışarıda kalabilmiş. 1985 yılında yayınlanan ilk albümünün adı ‘Ağlama Bebeğim’. Nazım Hikmet, Sabahattin Ali, Ahmed Arif gibi ünlü şairlerin Ahmet Kaya’nın
müzikleriyle buluştuğu bu albüm, özellikle hapishanelerde büyük ilgi görmüştü.
Sabahattin Ali’nin Geçmiyor Günler, Ahmet Arif’in Hasretinden Prangalar
Eskittim, Nazım Hikmet’in Aynı Daldaydık şiirleri Ahmet Kaya’nın pek bilmediği
tutsaklık duygusunu halka ulaştırmasına olanak sağlamıştı. Bu albümde yer alan üç parçanın sözleriyse Ahmet Kaya’ya ait. İdeolojik olarak veya müzikal açıdan
bakıldığında solcu şairlerin şiirlerini bestelemek dışında Ahmet Kaya’nın
devrimcilikle pek bir ilgisi yok. 1985’te yaptığı müzik, yer yer arabesk düzenlemelerini de andıran, kulağa hoş gelecek basit
bir anlayışla kotarılmış, müzikal anlamda hiçbir yenilik, değişim, farklılık
içermeyen sıradan sayılabilecek bir albüm. Albümde yer alan Mehmet Akif Ersoy’a
ait “Cenk Şarkısı” adlı şiirden bir bölüm de “Uğurlar Ola” adıyla albüme
girmiş. Balkan Savaşına giden askerleri yüreklendirmek amacıyla yazılmış, içinde
savaş çığırtkanlığı, milliyetçilik, ırkçılık ne ararsanız bulabileceğiniz, nefret dolu bir şiirdir Mehmet Akif’in “Cenk
Şarkısı” şiiri. Şiirden bir bölüm:
Yükselerek kuş gibi Balkanlara,
Öyle satır at ki kuduz Bulgar’a:
Bir daha Osmanlı’ya güç sırtara!
Git de gel evlâdım… uğurlar ola.
Düşmana çiğnetme bu toprakları;
Haydi kılıçtan geçir alçakları!
Leş gibi yatsın kara bayrakları!
Kahraman evlâdım, uğurlar ola.
Bu şiir ‘Sol Görüşlü Müzisyenlerin Uzak Durması Gereken Şiirler’ diye
bir liste yapılsa herhalde ilk beşte yer alır. Ahmet Kaya’nın da
hakkını yemeyelim, milliyetçiliğin bayrağı olacak bir şiirin işine gelen
dörtlüklerini cımbızla seçerek, solcuların emek mücadelesine marş yapmak da
başlı başına devrimci bir hareket sayılabilir.
Ahmet Kaya’nın daha sonra yaptığı Acılara Tutunmak albümü Hasan
Hüseyin Korkmazgil dizelerinin ön planda olduğu hem müzikal anlayış olarak hem
de parçalar açısından ilk albümünü yakalamaktan uzak bir çalışma olsa da,
dinleyiciler tarafından büyük bir beğeniyle karşılanmış. 1986 yılına geldiğimizde, Ahmet
Kaya iki önemli albümüyle çıkar karşımıza.
An Gelir, Attila İlhan şiirlerinin ağırlıkta olduğu, yer yer şiirin, yer yer
müziğin ön plana çıktığı, müzikalite ve düzenleme olarak farklı bir albümdür.
Kayıtlara bakınca, An Gelir’in öncekilere göre daha yüksek bütçeli bir albüm olduğu hemen göze
çarpar. Düzenlemeleri kimin yaptığı bilgisini bulamadım ancak dinlediğinizde
bir müzisyenin elinden çıktığı hemen belli oluyor (Bir sonraki albümün soundu ile
karşılaştırınca Oğuz Abadan olma olasılığı yüksek). An Gelir'de Ahmet Kaya’nın sesi
artık daha bir özgüvenle çıkmakta, şarkılar şiirlerin vurgusunu daha da ön
plana çıkarmaktadır. Bu albümde yer alan Şeyh Bedrettin ve onun bağlandığı
Tezkere türküsü albümün doruklarındandır.
Aynı yıl çıkan Şafak Türküsü albümü, Ahmet Kaya’nın çok daha fazla
kişiye ulaşmasını sağlamış, Kaya'nın en çok satan albümlerinden birisi. Oğuz Abadan’ın yönetimindeki müzisyenler arasında
Kerem Görsev’in de adını görmek, çok hoş bir sürpriz. Abadan’ın bazı
parçalardaki bas partileri, Erkan Oban’ı anımsatır. Bana sorarsanız, An Gelir’le
birlikte Ahmet Kaya’nın en güzel albümüdür Şafak Türküsü. Bu
albümde yer alan Nevzat Çelik dizeleri ise Ahmet Kaya müziğinin
geleceğindeki, umutsuzluk içeren dizelerden izler taşımaktadır.
Eşi Gülten Kaya'nın, Ahmet Kaya’nın yaşamında bir dönüm noktası olduğunu düşünüyorum. İlk önce hapisteyken tanıdığı bir idam mahkumu olan
Nevzat Çelik’in ‘Şafak Türküsü’ şiirini Ahmet Kaya’ya getiren Gülten Kaya, daha
sonra ağabeyi Yusuf Hayaloğlu ile Ahmet Kaya’nın birlikte çalışması fikrini
ortaya atar. Nevzat Çelik’in ardından Yusuf Hayaloğlu’nun etkisiyle Ahmet Kaya
müzikleri kan kaybetmeye başlar. Direniş yenilmişliğe, umut umutsuzluğa, başkaldırı teslimiyete dönüşür. Sözler erkeksi bir dile bürünür, ünlü şairlerin dizelerinin yerini, ucuz
kahramanlıkların anlatıldığı sözde solculuk hikayeleri almaya başlar. Oğuz
Abadan’la yükselen müzikal yapıysa Yorgun Demokrat’la birlikte hızlı bir düşüşe geçer. Halk
müziğinin etkisi giderek azalır. Zaten gerçek anlamda devrimci bir benliğe
sahip olmayan Ahmet Kaya, Yusuf Hayaloğlu'yla birlikte giderek arabesk tutkunları ve milliyetçi grupların dinlediği bir popüler müzik ikonu haline dönüşmeye başlar.
Eğer bir grafik gibi düşünürsek Ahmet Kaya müziği, An Gelir ve Şafak
Türküsü’yle en yüksek noktasına çıkmış (bu noktanın evrensel anlamda da aynı
şekilde bir yüksekliğe karşılık geldiğini söylemek ne yazık ki zor), Yorgun
Demokrat’la gerilemeye başlamış, daha sonrasında ise giderek yozlaşma dönemine girmiştir.
Yusuf Hayaloğlu’nun dizeleri, şair olmaya özenen meraklı bir amatörü anımsatıyor. Beylik sözlerle,
namlu ağzıyım, bıçak ucuyum demelerle, üç kağıtçıya pezevenge küfür etmekle,
kırmızı rujlu sokak imgeleriyle şair olunamıyor ne yazık ki. Şimdi, devrimcilikle
ilgisi olmayan, Kurtlar Vadisi'nin ucuz repliklerini anımsatan bu şiirimsilerden birkaç örnek vereyim:
Başım Belada
Başım belada!
Tabancamı unutmuşum helada.
Nerden baksan tutarsızlık,
Nerden baksan ahmakça!
Giderim
Sen zahmet etme yerinden
Gürültü yapmam derinden
Parmaklarım üzerinden
Su gibi akar giderim
Ezdirmem sana kendimi
Gövdemi yakar giderim
Beddua etmem üzülme
Demek Şimdi Gidiyorsun
Her şey tamam diyorsun git
Beni viran bir şehir gibi terket
Haydi git
Dışarısı ispiyon
Dışarısı ihanet
Seni bir gören olmasın dikkat et
Anne Ben Ölüyorum
Anne ben ölüyorum..
Gözlerim kanıyor ikide bir,
Türk filmlerinin, yarı absürt senaryolarında,
hüzünleniyorum,
Şizofreni diyorlar algınlığıma.
Yusuf Hayaloğlu’nun bu beylik sözlerle dolu, arada ‘anne, anne’ diye ağlaşan,
siz gidin, ben arkada yavaş yavaş ölürüm, mermiyi verdim ağzına, ne söyleyim
kuzuma tarzındaki içi boş dizeleri ilginizi çektiyse, kısa bir aramayla, internette çok daha fazlasını bulabilirsiniz.
Yusuf Hayaloğlu’nun Kaya’nın müziğine etkisi, sözlere koşut bir arabeskleşme
ve yozlaşmadır. Bağıra bağıra okunan şiirler, ağlayarak şarkı söylemeler artık Ahmet Kaya müziğinin vazgeçilmez öğeleri olmuştur. Ahmet Kaya’nın 1998’deki Dosta Düşmana Karşı albümündeki
parçaların sözlerine baktığımızda, beşinin kayınbiraderi Yusuf Hayaloğlu’na, ikisinin ise eşi Gülten Kaya’ya ait olduğu görünmektedir. Kariyerinin başındaki
albümlerde önemli şairlerin şiirleri ile yaptığı parçaların yerini aile üyeleri
ile dolduran Ahmet Kaya, bu değişim sırasında müziğinin büyük ölçüde
bozulduğunu ve yozlaştığını fark edememiş olmalı.
Daha sonra Yusuf Hayaloğlu ile yolları ayrıldığında, Yusuf Hayaloğlu, gazeteci Ferzende Kaya’ya ayrılığın nedenini şöyle anlatır: “Sanata ve siyasete bakışımızda, Gülten, Ahmet ve benim aramda düşünsel farklılıklar vardı. Sözgelimi Tuncelili olmak başkaydı, ‘Tuncelilik’ şovenizmi başkaydı. Kürt doğmak başkaydı ‘Kürtçü’ davranmak başkaydı. Alevi kökenli olmak başkaydı ‘Alevici’ olmak başkaydı. Sol düşünmek başkaydı ‘solculuk’ yapmak başkaydı. Allah’a inanmak başkaydı ‘şeriatçı’ olmak başkaydı. Ben hiçbir zaman ‘cı’ olmayı hissetmedim ve olmadım da.” (2)
Daha sonra Yusuf Hayaloğlu ile yolları ayrıldığında, Yusuf Hayaloğlu, gazeteci Ferzende Kaya’ya ayrılığın nedenini şöyle anlatır: “Sanata ve siyasete bakışımızda, Gülten, Ahmet ve benim aramda düşünsel farklılıklar vardı. Sözgelimi Tuncelili olmak başkaydı, ‘Tuncelilik’ şovenizmi başkaydı. Kürt doğmak başkaydı ‘Kürtçü’ davranmak başkaydı. Alevi kökenli olmak başkaydı ‘Alevici’ olmak başkaydı. Sol düşünmek başkaydı ‘solculuk’ yapmak başkaydı. Allah’a inanmak başkaydı ‘şeriatçı’ olmak başkaydı. Ben hiçbir zaman ‘cı’ olmayı hissetmedim ve olmadım da.” (2)
Keşke Yusuf Hayaloğlu da şair olmakla, şairliğe özenmek arasındaki
farkı görebilseydi. Benim düşünceme göre, Yusuf Hayaloğlu'nun şair olmadığını fark edenlerin başında, kardeşi Gülten Kaya gelir. Ancak Gülten Kaya, bunu yanlış yorumlayarak, eşini bu ucuz dizelerden kurtarmak yerine, "ben de bu şiirimsilerden yazabilirim" diyerek, kendini de şair statüsüne çıkartmayı yeğlemiştir. "Beni vuracaklar, Beni bulacaklar, Beni yoracaklar yar. Beni tutacaklar, Beni yakacaklar, Bana kıyacaklar yar." diyerek ağlaşan devrimciler kervanına katılan Gülten Kaya, "vurulur mülteci kederim" gibi, Yusuf Hayaloğlu'nu anımsatan imgeleri, bu sefer kendi adıyla piyasaya sürmüştür. Bu sözlerde dağlardan, silahlardan geçilmez ama dinleyenlerde uyandırdığı ortak duygu yenilmişlik, işkence, umutsuzluk, ölecek olma halidir. Şarkıların kahramanları yenilmekten zevk alan, direnmek yerine ölmeyi, gülmek yerine ağlamayı tercih eden arabesk figürlere benzer. İsterseniz, Gülten Kaya'nın yukarıda söz ettiğim şiirinin ilk bölümüne de bir göz atalım. Yusuf Hayaloğlu'nun Ahmet Kaya şarkıları için biçtiği erkek elbisesi, Gülten Kaya şiirlerinde değişmez. Bir kadın şairin, sakallarındaki çocuk kokusundan söz etmesi, içtenlik konusunda size bir fikir verecektir.
Korkarım
Gençliğimi kimse bilmez
Sakallarımdan çocuk kokusu
Ağzımdan ay ışığı fışkırır benim
Ceketimi yağmurlara astığımdan beri
Tehlikeli şiir okur
Dünyaya sataşırım ben
Korkarım
Gençliğimi kimse bilmez
Sakallarımdan çocuk kokusu
Ağzımdan ay ışığı fışkırır benim
Ceketimi yağmurlara astığımdan beri
Tehlikeli şiir okur
Dünyaya sataşırım ben
Ahmet Kaya, bölücü de değil, kahraman da. Bana göre Kaya’yı büyük bir müzik
adamı ya da içi boş bir müzisyen olarak etiketlemek de yanlış olur. Kaya için,
müzik yaşamının başında umut veren ancak ailesini yaratma sürecine karıştırdıktan
sonra, giderek yozlaşmış bir müzik adamı demek yanlış olmaz
sanırım. Müzikal anlamda hep geleneksel çizgiyi sürdürmüş, devrimciliği ne
müzik, ne yaşam tarzında ne de şarkı sözlerinde uygulamış, dışarıdan ideolojik birisi
gibi görünse de, özellikle erkek egemen kültüre uygun sözleri ve arabeske kayan müziğiyle daha çok geleneksel, milliyetçi kesimin beğenisini toplamış, ufak tefek aykırılıkları çok abartılmış,
sözleri medya ve toplum tarafından çarpıtılarak hiç hak etmediği bir bedeli belki
de yaşamıyla ödemiş birisi. Hayaloğlu’nun gölgesinden çıktığında, daha umutlu,
daha demokrat, güleryüzlü bir anadolu insanı çıkıyor karşımıza. Sonu hüzünlü
olan bu öyküyü ben Ahmet Kaya’nın ilk albümünden, umut dolu, kendi dizeleriyle
bitireyim:
çok uzakta öyle bir yer var
o yerlerde mutluluklar
paylaşılmaya hazır
bir hayat var
Kaynakça:
1-Vikipedi, Ahmet Kaya, https://tr.wikipedia.org/wiki/Ahmet_Kaya,
Erişim Tarihi: 24.06.2015
2- Hürriyet Gazetesi, Soner Yalçın (21 Kasım 2010), http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/16336866.asp,
Erişim Tarihi: 24.06.2015