Mahallenin
bencil kasabı göle düşmüş, başlamış çırpınmaya. Köylüler hemen yardıma koşmuşlar.
- "Elini
ver, elini ver" diye bağırıyormuş mahalleli ama kasap bir türlü elini uzatmıyormuş. Adam tam boğulmak üzereyken, Nasreddin Hoca seslenmiş:
- Yahu, o
vermeyi bilmez. "Elimi al" diye bağırsanıza.
Bugün, kültürlerarası etkileşim Nasreddin Hoca’nın al-ver hikayesine göre çok boyutlu,
daha karmaşık bir ilişki gibi görünse de, özü bir. Adına almak da, vermek de deseniz, sonuç aynı, etkileşim iki tarafı da geri dönülmeyecek biçimde değiştiriyor. İsterseniz önce kısa bir
giriş yapayım. Louisiana, Amerika’da cazın doğduğu bölge. Ben bu yazıda
Louisiana ve Anadolunun geçmişine bir göz atıp, bu iki bölgenin ‘kültürel melezlik’
açısından benzerliklerini inceledikten sonra, konuyu biraz daha Anadolu, çokkültürlülük
ve caz müziğine getirmek istiyorum.
Louisiana
Louisiana,
çokkültürlü, çokdilli bir bölge. Yerleşimle ilgili ilk bulgular, İ.Ö.
3.500’lerde avcı toplayıcı toplulukların, Louisiana’nın kuzey bölgesinde
yaşadıklarını gösteriyor. Amerikan
yerlilerinden oluşan nüfus, İ.S. 1.500’lerde önce İspanyollar, sonra da
Fransızların koloniler kurmasıyla farklı kültürlere kapılarını açmış.
1.700’lerin başında, Fransız kolonilerine getirilen Afrikalı köleler, Louisiana’nın
melez yapısını daha da çeşitli bir hale getirmiş. 1721’de, New Orleans’ta
yaşayan 1.256 kişinin neredeyse
yarısının Afrikalı kölelerden oluştuğunu düşünürsek, köle ticaretinin ne kadar
hızlı ve yoğun olduğu sanırım anlaşılacaktır. 1803 yılında Birleşik
Devletler’in, Louisiana’yı Fransa’dan satın almasından dokuz yıl sonra, 1812
yılında Louisiana, Birleşik Devletler’in eyaleti haline gelmiş. Louisiana’da, Avrupalı
kolonilerden önce, Caddo, Tunica, Natchez, Houma, Choctaw, Atakapa, and
Chitimacha gibi yerel diller konuşulurken, daha sonra İspanyolca, Fransızca ve
İngilizce de konuşulmaya başlanmış. Bugün evlerinde kendi dillerini konuşan
azınlıkları saymazsak, tüm toplumun İngilizce konuştuğunu söyleyebiliriz. Şu anki nüfusa
baktığımızda, toplumun üçte ikisini beyazların, üçte birini ise siyahlar
oluşturduğunu görüyoruz. Asya ve Amerikan yerlileri de %1’ler düzeyinde. Dini inanış olarak
toplumun % 60’ı Protestan, % 28’i Katolik, % 8’i dinsiz, % 4’ü ise sırasıyla
Yehova Şahitleri, Müslümanlar, Budistler, Hindular ve Musevilerden oluşuyor.(1)
Anadolu
Eğer
sıkılmadıysanız, şimdi bir de tarihte Anadolu turuna çıkalım. Anadolu’daki ilk
yerleşimler İ.Ö. 700.000’lü yıllara kadar gidiyor. Bulgulara baktığımızda İ.Ö. 8.000’lerde Çayönü (Diyarbakır), İ.Ö. 7.000’lerde Çatalhöyük (Konya) gibi çok
sayıda yerleşime rastlıyoruz. Bulgulara göre, Anadolu tarihindeki en
önemli uygarlıklardan birisinin Hititler olduğunu söyleyebiliriz. Hititler, Hint-Avrupalı olduğu düşünülen bir halk, İ.Ö. 3.000’lerde Anadolu topraklarına gelmiş ve o tarihte Anadolu’da güçlü bir
uygarlık süren Hattiler’den çok etkilenmişlerdir. Hitit uygarlığı, mimari,
takı sanatları, seramik sanatı gibi pek çok konuda Anadolunun parlayan yıldızı gibidir. Hititler sonrası Anadolu, Tunç Çağında, Lydia, Lykia gibi çok sayıda uygarlığa, Helenistik dönem uygarlıklarına ve sonrasında da Roma İmparatorluğu’na ev
sahipliği yapmıştır. Bizans İmparatorluğu ve Selçukluları izleyen Anadolu Beylikleri dönemi, Osmanlı İmparatorluğu’nun gücünü artırması ile kaybolmuşlardır.
(2)
Osmanlı İmparatorluğu
çok sayıda, farklı halktan oluşuyordu. Fethedilen bölgelerdeki
yabancı ailelerin çocuklarının alınarak yeteneklerine uygun alanlarda
yetiştirilmelerine dayanan devşirme sistemi, Osmanlı'nın yönetim kademelerinde de
çokkültürlü bir yapı olmasını sağlamıştır. Osmanlı İmparatorluğundaki çok
sayıda komutan ve vezir, devşirme sisteminde yetişmiştir. 1800’lü yılların
sonunda, Osmanlı’da nüfus şu şekildeydi: Müslümanlar, Yunanlar (Makedonlar, Anadolu
Rumları, Pontus Rumları, Kafkas Rumları dahil), Ermeniler, Bulgarlar,
Katolikler, Yahudiler, Protestanlar, Latinler, Asurlular ve Çingeneler. (3)
Bildiğiniz gibi, Osmanlı
İmparatorluğu'nun resmi dili Türkçe. Yerel yönetimlerde ise Türkçe ve
bölgenin yerel dilleri (Arapça, Arnavutça, Berberice, Boşnakça, Bulgarca,
Ermenice, Farsça, Hırvatça, Kürtçe, Macarca, Rumca/Yunanca, Rusça, Sırpça v.b.
gibi) kullanılıyordu. Edebiyatta ise esas olarak Türkçe ve Farsça
kullanılmıştır. Osmanlı topraklarında Müslümanlık ağırlıklı olmak üzere
Hıristiyanlık ve Musevilik de imparatorluğun hoşgörüsü içinde yaşamını
sürdürebilmişti.
Biraz daha günümüze geldiğimizde, 20.yüzyılda
Anadolunun, çoğunlukla Türkler ve Kürtlerden oluşmakta olduğunu, Lazlar, Romanlar gibi
az da olsa farklı halklar yer aldığını görebiliyoruz. 1915 Ermeni Soykırımı ve Birinci
Dünya Savaşı sonrasındaki mübadeleyle (Yunanistan'daki Türk kökenli halkla, Türkiye’deki
Rumların değiş-tokuş edilmeleri) Anadoludaki Türk-Müslüman baskınlığı
artmıştır. 1923-1927 arasındaki nüfus değişiminde Türkiye, toplam nüfusunun %
3,5’ini kaybetmiştir. Ülkeyi terk eden Rumlar, Trakya’daki birçok şehirde,
şehir nüfusunun neredeyse üçte birine denk geliyordu. Bunu gözünüzde canlandırmanız için, şu an yaşadığınız mahalledeki komşularınızın üçte birinin, kısa süre içinde, başka bir ülkeye gittiğini düşünmek yararlı olabilir.
Bu genel bilgiden sonra, bugün çokkültürlü, çok dilli yapısından uzaklaşmış da olsa, Anadolunun yüreğinde onlarca
halkın, dinin, dilin sesini taşımaya devam ettiğini söyleyebiliriz. Şimdi asıl konumuza dönebiliriz. Anadolu toprakları, Louisiana’ya göre, çok daha fazla
kültüre yataklık etmiş, farklı dinleri, uygarlıkları, inançları ağırlamış olsa
da kültürel yapıyı tanımlamak için iki bölgeye de ‘melez’ demek sanırım uygun
olur. Caz konusuna geçmeden, bir coğrafi bölgede 'melez kültürlerin' yaşaması, oradaki yaşamı ve sanatsal yaratıcılığı nasıl etkiler, biraz buna bakalım.
Kültürel Melezlik, Yaratıcılık ve Caz
Dilerseniz bu
noktada ‘melez’ kavramını biraz irdeleyelim. Melez sözcüğü, olumlu çağırışımlara
sahip olsa da bütün diller, kırma, soysuz, karışık ırk
gibi olumsuz sözcüklere de sahip. Dünyanın bugün geldiği noktada, artık iki, üç
değil çok daha fazla kültürün bir araya geldiği çokkültürlü ortak bir yaşam söz
konusu. Böylesi karşılaşmalardan etkilenen halkların kültürlerinde, farklı yönler gelişip, bazı özellikler de gerileyebiliyor. Örneğin; dile
yabancı sözcükler girdiği gibi, iki dilde de olmayan yeni sözcükler veya tümüyle
yeni bir dil ortaya çıkabiliyor. Ezgiler, danslar, takılar, giysiler, eşyalar, yemekler, kültürlerin ilk halini inceleyerek öngöremeyeceğimiz bir yönde değişebiliyor. Çok
sayıda farklı ilişki söz konusu olduğundan, bu kadar çapraşık bir etkileşim ağı
sonrasında, nasıl bir değişimin olacağını kestirmek olası değil. Peter
Burke, bu türden kültürel karşılaşmaların yaratıcılığı teşvik ettiği iddiasını
mantıklı bulduğunu söylüyor. (4)
Peki neden bu
etkileşimler, yaratıcılığı artırsın?
- Farklı kültürlerle tanışmanın, kendi kültüründeki
sınırları ve algıları genişletme yönünde baskı oluşturması beklenir. Kültür
hayatındaki sınırlar genişlediğinde, yaratıcılığın alanının da
büyümesini beklemek yanlış olmaz.
- Farklı kültürler, farklı yöntemleri, farklı iş yapma
biçimlerini, farklı sözcükleri bize kazandıracağından, yaratıcıların kullanacağı
malzeme, ilişki ve işleme yöntemlerinin sayısında ilk duruma göre artış
olması beklenir. Bunun da yaratıcılığı olumlu yönde etkileyeceği açıktır.
(5)
İsterseniz, kültürel melezliğin, yaratıcılık üzerindeki olumlu etkileriyle ilgili bazı örnekler
verelim :
- Mimar Sinan, Kayseri'nin Agrianos (bugünkü Ağırnas)
köyünde Türk, Ermeni veya Rum olarak doğmuş, 1511'de devşirme olarak
İstanbul'a gelmiş ve yeniçeri ocağına alınmıştır. (6) Sinan’ın
kendi anlatımıyla: "Bu değersiz kul, Sultan Selim Han'ın saltanat
bahçesinin devşirmesi olup, Kayseri sancağından oğlan devşirilmesine, ilk
defa o zaman başlanmıştı. Acemi oğlanlar arasından, sağlam karakterlilere
uygulanan kurallara bağlı olarak kendi isteğimle dülgerliğe seçildim.
Ustamın eli altında, tıpkı bir pergel gibi ayağım sabit olarak merkez ve
çevreyi gözledim. Sonunda yine tıpkı bir pergel gibi yay çizerek, görgümü
artırmak için diyarlar gezmeye istek duydum. Bir zaman padişah hizmetinde
Arap ve Acem ülkelerinde gezip tozdum. Her saray kubbesinin tepesinden ve
her harabe köşesinden bir şeyler kaparak bilgi, görgümü artırdım.
İstanbul'a dönerek zamanın ileri gelenlerinin hizmetinde çalıştım ve
yeniçeri olarak kapıya çıktım.” Mimar Sinan, bir devşirme olmanın yanında,
kendisinin de söylediği gibi her gittiği yerden farklı bir şey öğrenerek
kendisini geliştiren, farklı kültürlerden yararlanan bir mimardı.
- Şems-i Tebrizi, günümüzde İran'ın Doğu Azerbaycan
Eyaleti’nin yönetim merkezi olan Tebriz şehrinde yetişmiştir. Bir Azeri
Türk’üdür. Şems ile karşılaşmasını anlatırken "Onun ışığı vurmazdan
önce ölü bir nakıştım sadece taş duvarlarınızda.” diyen Mevlana ise etnik
köken olarak Fars, Tacik veya Türk’tür. En büyük eseri Mesnevi ise
Farsçadır. Mevlana ile Şems’in aşkı, farklı iki kültürün kaynaşmasını da içermektedir. Mevlana’nın, kendisindeki yaratıcı ışığı,
Şems’in ışığının yansıması gibi anlatmasına bakarak, bu karşılaşmadan çok olumlu biçimde etkilendiğini düşünebiliriz.
- Jamaika’da doğan Reggea (öncülü olan Rocksteady’le
birlikte); blues, jazz, ska gibi türlerle Afrika ve Latin gibi farklı ritmlerden etkilenmiş melez bir müzik türüdür.
- Endülüs bölgesinde doğan Flamenko müziği, bölgedeki
yerli İberik halklar, Berberi-Arap Müslümanlar, İspanyalı Yahudiler ve
Çingeneler tarafından, birlikte üretilmiş melez bir müzik türüdür ve ezgilerinde, tüm bu halkların etkilerini taşır.
- Yaşar Kemal’in ailesi, uzun bir göç süreci sonunda, Van
Gölü’ne yakın Ernis (bugün Ünseli) köyünden, Osmaniye’nin Kadirli ilçesine
bağlı Hemite köyüne yerleşmiş ve Yaşar Kemal de burada doğmuştur. Kendi
anlatımına göre bir Türkmen köyünde tek Kürt ailenin çocuğu olarak doğup
büyüyen Yaşar Kemal, evde Kürtçe, köyde ise Türkçe konuşuyordu. Yaşar Kemal,
romanlarını Türkçe yazsa da, hem Türk, hem de Kürt kültüründen beslenmiştir. 2007 yılında, Kürt romancı Mehmed Uzun’un Diyarbakır’da
düzenlenen cenaze törenindeki konuşmasında şöyle diyordu ünlü yazar : “Dünyada
hiçbir kültüre, kültür zarar vermemiştir. Her kültür, öbür kültürü
beslemiştir. Bu anlaşılmıyor. Kültürler birbirlerini öldürmezler.
Kültürler birbirlerini çoğaltırlar, yaşatırlar, zenginleştirirler. Bunu
bilmeyenler kendi kültürlerini öldürüyor. Yasakladığı kültürleri de
öldürüyorlar. Bu cehaletten geliyor. Bir ülkede kültürlerin çeşitliliği o
ülkenin zenginliği, büyüklüğüdür.” (7)
- Fazıl Say, İstanbul Senfonisi’nde, bir yandan, hicaz
makamı ile başlayıp, 13/8 ve 9/8’lik aksak Türk ritmlerine karışan, Mehter
Marşından, dinsel motiflere, Sulukule meyhanelerinden, yerel şarkılara, ney
ile kanundan, kudüm ve darbukaya uzanan İstanbul’un tarihsel kültürünü,
diğer yandan ise bu yerel birikimle karşı karşıya gelen geniş bir senfonik
orkestrayı, atonal tınıları, karmaşık geçişlerin modern dünyasını
anlatmaktadır. Senfoni, İstanbul tarihinin birbirine geçmiş kültürel zenginliğini, büyük bir başarıyla yansıtmaktadır.(8)
- Kerem Görsev, “Türkiye’de Caz” belgeselinde bir anısını
anlatırken, Therapy albümünün kayıtlarında çaldığı bir makamsal (Türk müziği makamları) piyano
soloyu, ünlü müzisyenler Alan Broadbent'le Ernie Watts’ın çok
beğendiklerini; albümdeki en güzel parça olarak, bu
parçayı düşündüklerini aktarıyor.(9)
Şimdi 'melez' kültüre sahip coğrafyaları ve melez kültürün yaratıcılık üzerindeki etkilerini yanımıza alıp, caz müziğinin kapısını çalabiliriz. Caz; dünyadaki müzikler, hatta tüm
sanat dalları içinde melezlikten en çok beslenen müzik türü. Belki de kültürel
melezlik için, cazın çimentosu diyebiliriz. Louisiana’nın melez kültürü, cazın
doğasına işlenmiş bir genetik kod gibi. Yüzyıllık zaman içinde, türler,
ritmler, ezgiler, armonik yapı, enstrümanlar değişti ama bu kod hiç değişmedi. Louisiana’dan
tüm dünyaya yayıldı. Bir caz topluluğundaki renklilik artık şaşırtıcı gelmiyor
kimseye. Müzisyenlerin biri Afrika’dan, diğer Norveç’ten, başkası Hindistan’dan gelip,
bir arada dünyanın en büyülü müziklerini yaratabiliyorlar. Django Reindhardt’ın
çingenelerin geleneksel tınısını cazla birleştirmesi, John McLaughlin’in L.Shankar
(keman), Zakir Hüseyin (tabla), Thetakudi Harihara Vinayakram (ghatam) gibi
müzisyenlerle kurduğu Shakti topluluğunun Hint tını ve ritmleri, Arjantiinli
badoneoncu Astor Piazzolla’nın yeni tangosu, Jobim’in latin caz ezgileri ve
daha onlarca yerel tını, artık bütün dünyaca bilinen cazın ortak diline dönüştü.
Bu birleşimler, yerel müzikleri öldürmedi, zayıflatmadı, yozlaştırmadı; tam tersine güzelleştirdi.
Dünyadaki her
toplum, eğer coğrafi olarak yalıtılmış veya başka toplumlardan habersiz
değilse, belli ölçüde başka kültürlerden etkilenmek durumunda. Farklı
kültürlerin etkileşimi sırasında, toplumların ahlak anlayışı, dini inançlar, yabancılara
yaklaşım gibi pek çok öğe, değişimin yönü ve büyüklüğü konusunda belirleyici
oluyor. İslamiyet’in bu türden kültürel değişimlere açık bir din olduğunu
söylemek güç. Ancak, bin yıllardır Anadolu’da yaşayan farklı kültürleri
düşündüğümüzde, kültürel genetik mirasımızın içinde böylesi değişimler zaten
bulunsa gerek.
Kuşkusuz, kültürel değişimleri ele alırken, kapitalist düzenin dayatmalarını bir kültürel etkileşim olarak görmeyecek kadar da uyanık olmak gerek. Küreselleşme adı altında, tek dilli, sığ bir estetik anlayışın tüm dünyayı egemenliği altına alması ve popüler kültürün pazarlama, tüketim, büyüme döngüsünde kendinini başka kültürler altında yeniden satmaya çalışmasına karşı duyarlı olmak zorundayız. Ancak bunu da duvarlar örerek değil, kendi kültürümüzü güçlendirerek, farklı kültürlerle daha güçlü bağlar kurarak yapabiliriz. Yozlaşmaya ve popüler kültürün baskısına ancak bu şekilde direnebiliriz.
(10)
Bu toprakları, tekdüze, kalıpçı, otoriter, miliyetçi duygulardan arındırabilmek için müzik, resim, heykel, tiyatro gibi
tüm sanat dallarını yeniden Anadolu ile buluşturmalıyız. Hele bir, Anadolu topraklarına caz tohumlarını serpebilsek, cazın tıpkı Louisiana’da olduğu gibi Anadoluda da büyük bir hızla serpilip gelişecek. Eksiğimiz olan biraz güven, biraz hoşgörü, biraz da sevgi.
Hoşgörü, Anadolunun ovalarını sulayan ırmaklar gibi. Bırakalım özgürce, dilediğince aksın, Yunus Emre'nin yurdunda, artık bilginin ve sevginin tohumlarını büyütsün, nefretin değil.
Adımız
miskindir bizim
Düşmanımız
kindir bizim
Biz kimseye
kin tutmayız
Kamu âlem
birdir bize
Yunus EMRE
(4) Burke, Peter (2011), Kültürel Melezlik (İstanbul, Asur Yayınları) - Birinci Baskı: Nisan/2011, Çev.Mustafa Topal