11 Şubat’ta Süreyya Opera
Sahnesinde izleme fırsatı bulduğum Uyuyan
Güzel iki perdelik bir bale. Aslında üç perdelik bir bale olarak yazılan Uyuyan Güzel ilk olarak 1890 tarihinde
St.Petersburg’da sahnelenmiş.
Uyuyan Güzel, Kuğu Gölü’nden
sonra Çaykovski’nin bale için
yazdığı ikinci eseri. Kuğu Gölü’nden beklediğini bulamayan Çaykovski, ikinci balesi Uyuyan Güzel’in büyük bir başarı elde
etmesini bekliyormuş. Basından ve sanat çevrelerinden övgüler alsa da bu tepki
Çaykosvki’nin beklediğinin çok altında kalmış. Yapıt Çaykovski’nin ölümünden
(1893) yıllar sonra giderek ünlenmiş ve yirminci yüzyılda klasik balenin en
önemli yapıtlarından biri olarak dünyanın en önemli merkezlerinde sahnelenmiş.
1988 yılında Ivan Vsevolozhsky,
Charles Perrault’un masal derlemesinin içinde yer alan Uyuyan Güzel’in baleye
uyarlanması için Çaykovski’ye bir teklif götürür. Vsevolozhsky daha sonra bu
uyarlamanın içine Külkedisi, Mavi Kuş, Çizmeli Kedi ve Kırmızı Başlıklı Kız
gibi masalları da ekleyerek bir metin oluşturur ve bu metni Çaykovski’ye
ulaştırır. Çaykovski metni çok beğenir. Bu arada eserin koreografı Marius Petipa da çalışmaya başlamıştır.
Üçlü zaman zaman buluşarak çalışmalarını sürdürürler. Henüz müziği yazılmadan
önce Petipa baleyi büyük ölçüde
tasarlamıştır. Sahneler için uygun tempo, ritmik yapı hatta çalgıların bile
düşünülmüş olması Çaykovski’ye çok kolaylık sağlamış. Tüm bu olanakları iyi
kullanan Çaykovski yoğun bir çalışmayla yaklaşık bir yıl içinde uzunca bir eser
olan Uyuyan Güzel’in müzik ve orkestrasyonunu tamamlamış. Çaykovski bale
sahneye konulduktan sonra “Belki de en güzel eserim ancak bunu bile beklenmedik
şekilde çabucak yazdım” diye yazmış. İzledikten sonra baleyi çok güzel
bulduğunu söyleyen Çar’ın tepkisi ise çok daha fazla beğeni bekleyen Çaykovski’yi
pek tatmin etmemiş.
Şimdi gelelim Çaykovski’nin yaşadığı hayal kırıklığından 127 yıl, 27
gün sonraki Kadıköy’deki büyülü geceye. Yaklaşık yirmi yıldır repertuvarda
olmayan böylesine zor bir yapıtı büyük bir başarıyla sahneleyen Ayşem Sunal Savaşkurt için ne söylense
az. İnanılmaz bir hızla akıp gitti zaman. Koca kanatlarıyla martılar girdi
salona, koltuklarımızdan alıp uçsuz bucaksız bir peri masalının ortasına
bıraktılar bizi. Orkestranın her notası Prenses Aurora’nın kalp atışıyla
eşleşti. Işıklar tüller içinde, kostümler müzik içinde, evvel zaman içinde, dans
dans içinde, kalbur saman içinde…
Prenses uykuya dalarken Nazım Hikmet’in
masalından şu dizeler düştü aklıma:
Uyu dünya güzelim uyu
Sana yıldızlardan getirdim
uykuyu
Koyu mavi kadifeden
Uyu dünya güzelim uyu
Yüreğimdir başucunda bekleyen
Ninni...
Orkestra şefi Roberto Gianola
ve müzisyenler çok iyiydi, başkemancı Oleksandr
Samoylenko’nun performansı dikkat çekiciydi. Prenses Aurora rolündeki Gizem Tuncay, Prens Florimund rolündeki
Melih Mertel, sahnedeki diğer
arkadaşları, Adnan Öngün’ün dekorları, Çiğdem
Somuncuoğlu’nun kostümleri ve Önder
Arık’ın ışığı sahnede öylesine güzel buluştu ki izleyiciler tam anlamıyla
büyülendi. İlk akşam için sahnedeki her şeyi bastıran tek duygu heyecandı sanırım.
Umarım emeği geçen herkes, gördüğümüz güzellikten ne kadar etkilendiğimizi fark
etmiştir.
Son zamanlarda gittiğim bütün kamu kurumlarında bir kokuşmuşluk ve
işini savsaklama havası soluyordum. Her kademede birbirinden bilgisiz kişilerle
karşılaşmak bir yana, gördüğüm muamele hiç de insanı hoşnut bırakacak türden değildi.
İstanbul Devlet Opera ve Balesi, dünyanın başka bir yerinden, derin dondurucu içinde getirilmiş gibi. Bir kamu
kurumu olarak çevresindeki çamur deryasının, yozlaşma yarışının ortasında tertemiz, ışıl ışıl parlıyor. Sahnedeki
başarının bir kişinin değil çok büyük bir ekibin işi olduğu öylesine belli ki, dans,
müzik, ışık, sahne, kostüm her saniyesiyle çalışılmış, düşünülmüş izlenimi
uyandırıyor. Belki de son beş, altı yıldır ilk kez kendi vergilerimle yapılan
bir işten müthiş bir gurur duydum. Sağda solda abuk sabuk binalar yapanlar,
köprü yaptık diye övünenler, kamu kurumunda paramızı çarçur eden yöneticiler
lütfen bu baleyi izlesinler. Cumhurbaşkanından başbakanına, belediye
başkanından muhtarına kadar herkes bir fırsat yaratıp mutlaka izlesin.
Bir ülkenin vergileri nasıl kullanılır, kamu harcaması nasıl yapılır, sınırlı
bir bütçeyle dünya çapında bir yapım ortaya çıkartılabilir mi, halkının zorlukla
kazandığı paradan kesilen bir kuruşuna bile nasıl değer verilir, uyum içinde çalışmak ne demektir, bir iş sevgiyle nasıl yapılır lütfen bir gidip görsünler.
Neyse, masalımızı bunlarla bozmayalım. Elimdeki kitapçığın ilk
sayfasında Ayşem Sunal Savaşkurt şöyle diyor “Benim için masal, masal kalmalı
ve seyirci eseri izlerken onlara her şeyi unutturmalıdır.” O akşam başımıza
gelenler en sade, en duru, en gösterişsiz haliyle sanırım bu şekilde özetlenebilirdi.
Son sözüm İstanbullulara: Her şeyi kaçırın ama Uyuyan Güzel’i
kaçırmayın. Ayşem Sunal Savaşkurt ve arkadaşları uzun zamandır görmeyi
unuttuğunuz kadar güzelliği bırakacaklar kucağınıza.