26 Ekim 2014 Pazar

Neotolia – Rose Lace

Neotolia’nın ilk albümü Rose Lace'i birkaç gün önce dinleme fırsatım oldu.  Size de kısaca bu albüm ve müzisyenler hakkında bilgi vermek istiyorum. Albüm 2014 Eylül ayında Mireille Music tarafından yayımlanmış. Kapakta, Merih Demirkol’un 'Ispartalı Kadınlar' tablosu yer alıyor.  


Albüm çok sayıda dijital platformdan satın alınabilmekle birlikte farklı yerlerde farklı ücretlendiriliyor. Ben en hesaplısı olan itunes üzerinden 5.-TL’den daha az bir ücretle satın aldım albümü. ( https://itunes.apple.com/tr/album/rose-lace-ep/id912478956 )

Tamamı düzenlemelerden oluşan albümde 5 türkü yer alıyor ve albümün uzunluğu 22 dakika civarında. Albüm, herkesin bildiği türkülerden oluşuyor olsa da ilginç bir şekilde insanda ilk kez dinliyormuş duygusu uyandırıyor. Öncelikle şunu söylemeliyim ki, 'Rose Lace' son zamanlarda  dinlediğim en güzel albümlerden birisi. Nazan Nihal’in yorumları ve Utar Artun’un düzenlemeleri müthiş bir uyum içinde. Beni şaşırtan ise düzenlemelerdeki deneysellik, farklı fikirler ve ritm/ses zenginliği. Peki bu deneysellik türküleri özünden uzaklaştırmış mı dersiniz? Tam tersine, albümü dinlerken, türküler ilk olarak böyle yakılmışlar gibi hissediyorsunuz. Parçaların ritmik yapısı daha güçlü bir formda sunuluyor ancak siz bu form içinde türkünün özgün ritmini hissedebiliyorsunuz. Armonik yapı, türkünün ezgilerindeki duygudan bir şey eksiltmiyor, tersine güçlendiriyor. Vurmalılar, ney, piyano, bas ve klavyenin farklı sesleri, düzenleme içinde öylesine güzel harmanlanmış ki, ilk dinlediğinizde bile enstrümanların hiçbiri öne çıkmadan birbirini tamamlıyor. Baharatlar öylesine dengeli ki, lezzeti sağlayan nedir emin olamıyor, ancak 'yemek güzelmiş' diyebiliyorsunuz.

Nazan Nihal ve Utar Artun’un liderliğindeki projede çok sayıda farklı müzisyen yer alıyor. Albümde yer alan müzisyenler aşağıdaki gibi:
Nazan Nihal (vocals & guitar),
Utar Artun (piano & keys & percussion),
Tuna Velibaşoğlu (vocals),
Bilgin Canaz (ney),
Onur Şenler (cello),
Soner Özer (percussion),
Güngör Kahraman (cura)
Galen Willet (bass)

Diijital olarak yayımlanan albüm, albüme adını veren 'Çemberimde Gül Oya' ile açılıyor. Sade bir düzenleme ve Nazan Nihal’in duru bir yorumu ile başlayan türkü başladığı güzellikte bitiyor. Ancak bana sorarsanız albümün şaşırtıcı yüzü, düzenlemelerdeki derinlik/zenginlik ikinci türküyle başlayıp, albümün sonuna kadar da yükselerek devam ediyor. 9/8’lik Çemberimde Gül Oya’dan sonra 5/8’lik 'Vardar Ovası'; piyano, vurmalı ve basın müthiş uyumuna eklenen Nazan Nihal yorumuyla tempoyu yükseltiyor. Vardar Ovası, baştan sona kadar enerjisini en yüksekte tutuyor.

10/8’lik 'Odam Kireçtir Benim', düzenlemedeki ritmik zenginliğe eklenen modern eşlik ve giderek yükselen tansiyon ile tek sözcüğü hak ediyor: Büyüleyici. Nazan Nihal ve diğer vokaller her dönüşte sizi şaşırtacak bir performans sergiliyor. Bu türküdeki klavye voicingleri ve vokal düzenlemeleri tam bir usta işi.

9/8’lik bir Rumeli türküsü olan 'Bülbülüm Altın Kafeste', Fazıl Say’ın İstanbul Senfonisini andıran, dalga seslerine çarpan ney ezgileri ile başlıyor. Önce bas partisini dinlerken buluyorsunuz kendinizi. Klavye ve piyano eşlikleri her dönüşte başka bir düzenleme, bas partisi ve ses kombinasyonu ile birleşerek doyumsuz bir türkü sunuyor size. Aşağıdaki videoda ise aynı türkünün albüme göre daha sade ancak etkileyici bir versiyonunu izleyebilirsiniz.

http://www.youtube.com/watch?v=rkaMl6of_IE
  
Son parça 'Ben Giderim Batum’a' ise 7/8’lik bir Sinop türküsü. Müthiş bir düzenleme, vokal performansı, basın enerjisi, neyin nefesleri ve piyanonun eşliği ile albümü zirveye taşıyor.

Aksak ölçülere sahip türkülerdeki ritmik zenginliği büyük bir ustalıkla kullanan eşsiz bir albüm “Rose Lace”. Dinlediğinizde keşke biraz daha uzun bir albüm olsaydı diyorsunuz.


Nazan Nihal ve Utar Artun, Türkiye için değil tüm dünya dinleyicileri için müzik yaptığının ve müziğin evrensel bir dile sahip olması gerektiğinin farkındalar. Açıkçası, ‘türkülerin özü bozulur mu?’, ‘bu düzenleme satar mı?’, ‘amcamgiller beğenir mi?’ gibi sorularla uğraşan müzisyenlerimizle kıyaslayınca son derece yürekli, deneysel ve sanatın evrenselliğine inanan bir albüm ‘Rose Lace’. Yüzeyselliğin kol gezdiği müzik piyasasında bana ilaç gibi geldi.

Her iyi türkü albümü gibi dinleyip bittikten sonra, çalgıcılar, şarkıcılar, düzenlemeciler değil de dinlediğiniz türküden bir dize kalıyor aklınızda:

“Bülbülleri hâr ağlatır, âşıkları yâr ağlatır;
Ben feleğe neylemişim, beni her bahar ağlatır.”

23 Ekim 2014 Perşembe

Whiplash

Damien Chazelle’in yazıp yönettiği Whiplash, 2014 yılının en dikkat çeken filmlerinden birisi olarak gösteriliyor. Filmekimi’nde izleme fırsatı bulduğum Whiplash ile ilgili düşüncelerimi sizlere de aktarmak istiyorum. Ve gong sesi.


İyi bir davulcu olmak isteyen Andrew (Mike Tellers), ülkenin en iyi müzik okullarından birisine kabul edilir. Andrew davul çalışırken, onu duyup yanına gelen müzik hocası Fletcher (J.K.Simmons) aynı zamanda okulun stüdyo orkestrasını da yönetmektedir. Fletcher’ın bir topluluk çalışması dersinde yeniden dinlediği Andrew’i büyük orkestranın provasına çağırmasıyla hoca ile öğrencisi arasındaki gerilim dolu ilişki de başlamış olur.

Filmde Mike Tellers ve J.K.Simmons’un oyunculuk performansları çok etkileyici. Kamera kullanımı da aynı başarıyı yakalıyor, filmdeki performanslar sırasında müzisyenlerin ellerini, mimiklerini, şefin parmak hareketlerini dahi kaçırmıyorsunuz. Orkestra çalarken, kameralar öylesine ince ayrıntıları yakalıyor ki, sadece bu yönüyle bile izlenmeyi hakediyor Whiplash. Film, bir müzik performansının görüntüleri nasıl kaydedilmeli diye kafa yoran birisi için hazine değerinde. Sinemalarda izleyenleri yerinden hoplatan ses sistemleri ne kadar gerekli diye düşünürdüm hep. Whiplash’in ses kayıtları bu sistemlere yapılan yatırımı haklı çıkarıyor. Özellikle salonun orta sıralarında (sağ-sol olarak) bir koltuk bulduysanız, gözlerinizi kapatır kapatmaz, karşınızda, bir sahne ve sahnede büyük bir orkestra canlanıyor. Müziklerin, filmin karanlık, koyu, pastel renkleriyle buluştuğu sahnelerinde, karşınızdaki perdede sadece cazın buğulu dünyasını izliyorsunuz ki bu anlar inanılmaz keyifli.

Film, bir öğretmen ile öğrencisinin de ötesinde iki insanın kişilik çatışmasını anlatırken gerilimi sürekli olarak ayakta tutabiliyor. Ancak insan şu soruyu sormadan da edemiyor: Bu anlatılanlar gerçekliğe işaret ediyor mu? Ne yazık ki Whiplash, anlattığı konu hakkında yanlış bilgilere sahip bir film. Whiplash (kamçı vuruşu), baskıcı bir öğretmenin psikolojisini iyi bilse de müziğin ruhundan habersiz. Aşağıdaki fotoğraftan davulu ve bagetleri çıkartıp, bu adam öğrencisine ne öğretiyor diye sorsak, herhalde en fazla sayıda 'boks' yanıtını alırız.


Öğrencileri teşvik etmek için dayak, küfür, aşağılama gibi her türlü baskıcı yöntemi kullanan Fletcher, bu davranışlarından dolayı okuldan uzaklaştırılsa bile film, dışarı çıktığınızda sizde şu duyguyu bırakıyor: “İyi bir caz müzisyeni ancak böyle yetişir.” Fletcher’ın baskıcı eğitimin yararına ilişkin görüşünün temel dayanağı ise küçük bir anekdot. Fletcher, bir ‘jam session’ sırasında performansını beğenmediği için 16 yaşındaki Charlie Parker’a zillerini fırlatan Jo Jones’un Parker’ın gelişimini olumlu etkilemiş olduğuna inanıyor. Bu tepki Parker’ın daha fazla çalışmasına katkı sağlamış olabilir ancak Parker’ın caz tarihine altın harflerle yazılmasını sağlayan şey Jo Jones’un tepkisi değil, Parker’ın kendi dehası. Ayrıca anekdotun doğrusu, filmde aktarıldığı gibi başarısızlığı cezalandıran bir şiddetten ziyade, parçadaki ölçüleri kaçıran Parker'ın uyarıları duymaması karşısında davulcunun güçlü bir uyarıyla kendini duyurması şeklinde. Chazelle, Charlie Parker’ı yarattığını sandığı şeyi yüceltirken, onu 34 yaşında uyuşturucu batağında öldüren sistemi bir kez bile sorgulamıyor. 

Elbette caz müziğinde bir rekabet olduğu doğru ancak hangi meslekte rekabet yok ki? Aşağılandıkça yere bakan, sirklerdeki hayvanlara benzer bir terbiyeye sahip nefeslilerden, arkadaşı hata yapınca kendine yer açılacak diye sevinen davulculardan, yanındaki davulcu tokat yerken tepkisiz kalan kontrbasçıdan 'büyük orkestra' kurabilir misiniz? Sahnede birbirinin gözlerinin içine bakan caz müzisyenlerini düşünün, bir de Whiplash’teki birbirinin kuyusunu kazan, rekabet ettiği arkadaşı azarlanırken gülümseyen müzisyenleri.


Whiplash, caz müzisyenliği ve eğitimi ile ilgili yanlış bilgilerle dolu. Cazın ruhundaki gösterişsiz, dayanışmacı ruhun yerini kapitalist sisteme özgü çirkin bir rekabet, gösteriş ve yarışma almış. Fletcher film boyunca yarışmalardan söz edip duruyor. Öğrencisi kendisini sattı diye, sahnede ona tuzaklar kuruyor. Öğrencisi de bu tuzaklara başka tuhaf numaralarla karşılık veriyor. Fletcher, öğrencilerini sürekli hız konusunda uyarıyor. Daha hızlı, daha hızlı, daha hızlı. Oysa hızlı çalmak, bir çalgıcı için gerekli yeteneklerden sadece bir tanesi ve bana sorarsanız en önemlisi de değil. Andrew hızlı çalıp davulcu iskemlesini hak etmek için ya kanlar içinde kalıyor ya da bir takım tuzaklar/rastlantılar devreye giriyor. Başarıyı yakaladığı anlarda ise perdede ya dişleri sıkılmış ya da gözleri yuvalarından çıkmış bir kişi görüyorsunuz. Oysa bir müzisyen için, zor bir partisyonunuz da olsa, son derece hızlı çalmak zorunda da olsanız, ana kural rahat olmak gerekliliğidir. Bugüne kadar sahnede sakız çiğneyeninden, sigara içenine, yüzünde bir gülümsemeden, acı ifadesine kadar çok kişi gördüm ama dişlerini sıkarak iyi çalan bir müzisyen hiç görmedim. Gelelim kanlı sahnelere. Aynı şekilde bugüne kadar davul çalarken ellerinden kanlar akan birisine hiç rastlamadım. Bilekler ağrıyabilir, duruş sorunları ortaya çıkabilir ancak bir performans sonrasında davulun kanlar içinde kalması bana bir boks filmi ya da silahlı bir kavgayı çağrıştırıyor. Bir sahnede ise, trafik kazası geçiren davulcumuz, hastaneye gitmek yerine, sahne sorumluluğu gereği, kanlar içinde orkestradaki yerini alıyor. Hadi şef arızalı, dinleyicisinden orkestra arkadaşlarına kadar bir Allahın kulu da çıkıp “Dur böyle çalma, hastaneye git” demiyor. Öyle anlaşılıyor ki Chazelle için bir işi yaparken ortalığa biraz kan dökmek, o iş için çok emeğin harcandığını, sorumluluğun yerine geldiğini ifade etmenin en kestirme yolu. Eğer, Charlie Parker doğru analiz edilebilseydi, bir müzisyenin yaşadığı mental zorlukların yanında, el ayak kanamasının ne derece önemsiz olabileceği de zaten biliniyor olurdu.


Anne babalar bu filmi izleyip, bir de gördüklerine inanırlarsa, sanırım çocuklarının caz müziği eğitimi almasını istemeyeceklerdir. Ancak müzik eğitimi konusunda filmde beğendiğim şeyler de var elbette. Fletcher’ın bir yerde İngilizcedeki en tehlikeli deyim: ‘Good Job’ (iyi iş çıkardın, aferin) demesine katılmamak olası değil. Türkiye’de de bu sorun var. Öyle ki, öğrencisine doğruyu söyleyen öğretmenler sevilmiyor, rezil performanslara övgüler düzmek ise eğitimcilik sayılıyor.

Sonuç olarak, Whiplash bir öğretmenin egosunun altında ezilen hayalleri, tükenen dayanma gücünü, tutkuyu, gerilimi, çatışmayı, hırsı anlatma açısından son derece başarılı. Müzikler, kayıt ve performans sırasındaki çekimler bir başyapıta yakışan kalitede. Caz ve müzik eğitimi konularındaysa gerçeklikten uzaklaşıyor. Gerçek şu ki, filmin sonunda bir star gibi sunulan Andrew hiçbir zaman iyi bir müzisyen olamayacak. Özgün bir dile, güçlü bir tuşeye, süzülmüş bir müzik ruhuna sahip değil. Kendisinden önce gelen müzisyenleri bilmiyor, orkestra arkadaşlarını dinlemek gibi bir derdi yok. Finalde yaptığı gibi, diğer enstrümanlar susarken artistik bir solo yapabilir belki ama bu da ancak sirklerde ilgi görür, konser salonlarında değil.

Ben, cazın ruhunun sistem karşıtı bir müzik olmasından kaynaklandığını düşünüyorum.  Caz, siyahların, ezilenlerin müziği. Bu film ise bağımsız bir sinema örneği de olsa, ne yazık ki kullandığı araçlar, terimler ve yaklaşımlar açısından, cazın karşıtı bir sistem içinden çıkmış gibi görünüyor. Yani siyahların müziğini anlatan beyazların yönetip oynadığı bir film gibi. Cazın ruhunu hiç anlayamamış, rekabeti, yarışmayı, tuzaklar kurmayı, en iyi olmayı yücelten bir film.

http://www.youtube.com/watch?v=SvOksqh1Td0

Dünyayı sözcükler ile değil ancak rakamlar ile algılayabilen sayısalcı dostlarımız için de kesin bir sonuç belirterek yazımı bitireyim. Doğru mesajlar vermenin kötü bir filmi kurtarmadığı gibi, yanlış mesajlar vermenin de iyi bir filmi batırmadığını düşünüyor ve bu filme gönül rahatlığı ile 10 üzerinden 7 puan veriyorum.  

1 Ekim 2014 Çarşamba

Der Zor Çöllerinde Naneler Biter

Der Zor (Deyrizor), Suriye sınırları içinde bir şehir. 1900’lü yılların başında, Osmanlı İmparatorluğu, çeşitli coğrafyalardan gelen müslüman göçmenlere yer bulmak sorunuyla uğraşırken, bazı yöneticiler, bu göçmenlerin bir bölümünün Der Zor bölgesinde iskan edilip edilemeyeceğini soruşturmaya başlamış. O dönemde eski Der Zor mutasarrıfı Lütfi Bey, bölgenin çöl niteliğinde olup, yerleşim için elverişli olmadığını belirten bir rapor hazırlamış. 1914 yılında, mecliste, müslüman göçmenlerin Ege ve Trakya bölgesindeki Rum köylerine yerleştirilmesini eleştiren mebus Emanüelidi Efendi, Üsküdar’dan Basra’ya kadar boş bir sürü arazi olduğunu belirtip, müslüman göçmenlerin buraya yerleştirilmesini önerdiğinde, Talat Paşa bu öneriye karşılık, Der Zor’u kastederek “Bu göçmenleri dedikleri gibi oralara gönderip çöllere serpecek olsaydık oralarda cümlesi açlıktan ölecekti” demiş. Aynı Talat Paşa, 10 ay sonra Ermenilerin Der Zor’a sürülmesine bizzat karar vermiş.  (1) 

 (2)

Sonuç, Talat Paşa’nın tahminine uygun oldu, yurtlarından sürülen Ermenilerin önemli bir bölümü çölde açlık, susuzluk ve hastalıktan öldüler.

  (2)

Yukarıdaki fotoğraflar, yüz yıldır vicdanımızın karşısında, bakılmayı bekliyor. Lars von Trier’in Dogville’i gibi. Hepimizin bildiği ama kimsenin açığa vurmadığı, ortak sırrımız. Yok saydığımız, unutmaya, unutturmaya çalıştığımız, o tanıdık acı. Tam yüz yıldır. İçimizi kemiriyor.

Ben bu türküyü Sarkis Çerkezyan (3) ve Vahap Boyacıyan’dan (4) dinledim. Birkaç istisna dışında, ne güncel yorumlarını, ne arşivlerde notasını bulabildim. 


Bu, Türkçe yakılmış, bir Anadolu türküsüdür. Belki de Anadolu'da yaşanan en büyük trajedilerden birisini anlatıyor. Yüz yıllık bir acının, çoluk çocuk, yollarda ölen Ermenilerin türküsü. (5)

Kaynakça
1- Agos Gazetesi, Resmi Tarihi Sınıfta Bırakan On Çürük Tez, 26.01.2012, http://www.agos.com.tr/resmi-tarihi-sinifta-birakan-10-curuk-tez-483.html, Erişim Tarihi: 30.09.2014
2- Der Zor Tehcir Dökümü, http://team-aow.discuforum.info/t2910-der-zor-tehcir-dokumu-1915.htm?start=15, Erişim Tarihi: 30.09.2014
3- Sarkis Çerkezyan, http://www.youtube.com/watch?v=QmMYZcaO2mU, Erişim Tarihi: 30.09.2014
4- Vahap Boyacıyan, http://www.youtube.com/watch?v=VtcSavLRWpE, Erişim Tarihi: 30.09.2014
5- 
Der Zor çöllerinde naneler biter
Nanenin kokusu cihana yeter
Bu ayrılık bize ölümden beter
Dininin uğruna giden Ermeni

Der Zor çöllerinde yaralı çoktur
Gelme doktor gelme, çarası yoktur
Bir Allah’tan gayrı, hiç kimsem yoktur
Dininin uğruna giden Ermeni

Der Zor çöllerinde bayıldım kaldım
Harçlığım tükendi, evladım sattım
Ana ben bu candan bıktım usandım
Evladı uğruna giden Ermeni

Tuzsuz olur Arabistan fıstığı
Taştan ımış Ermeninin yastığı
Böyle miymiş Osmanlının dostluğu
Milleti uğruna giden Ermeni