Damien
Chazelle’in yazıp yönettiği Whiplash, 2014 yılının en dikkat çeken
filmlerinden birisi olarak gösteriliyor. Filmekimi’nde izleme fırsatı bulduğum
Whiplash ile ilgili düşüncelerimi sizlere de aktarmak istiyorum. Ve gong sesi.
İyi bir davulcu olmak isteyen
Andrew (Mike Tellers), ülkenin en iyi
müzik okullarından birisine kabul edilir. Andrew davul çalışırken, onu duyup yanına
gelen müzik hocası Fletcher (J.K.Simmons)
aynı zamanda okulun stüdyo orkestrasını da yönetmektedir. Fletcher’ın bir topluluk
çalışması dersinde yeniden dinlediği Andrew’i büyük orkestranın provasına çağırmasıyla
hoca ile öğrencisi arasındaki gerilim
dolu ilişki de başlamış olur.
Filmde Mike Tellers ve J.K.Simmons’un
oyunculuk performansları çok etkileyici. Kamera kullanımı da aynı başarıyı
yakalıyor, filmdeki performanslar sırasında müzisyenlerin ellerini, mimiklerini,
şefin parmak hareketlerini dahi kaçırmıyorsunuz. Orkestra çalarken, kameralar
öylesine ince ayrıntıları yakalıyor ki, sadece bu yönüyle bile izlenmeyi
hakediyor Whiplash. Film, bir müzik performansının görüntüleri nasıl kaydedilmeli
diye kafa yoran birisi için hazine değerinde. Sinemalarda izleyenleri yerinden
hoplatan ses sistemleri ne kadar gerekli diye düşünürdüm hep. Whiplash’in ses
kayıtları bu sistemlere yapılan yatırımı haklı çıkarıyor. Özellikle salonun
orta sıralarında (sağ-sol olarak) bir koltuk bulduysanız, gözlerinizi kapatır kapatmaz, karşınızda, bir sahne ve sahnede büyük bir orkestra canlanıyor. Müziklerin, filmin
karanlık, koyu, pastel renkleriyle buluştuğu sahnelerinde, karşınızdaki perdede
sadece cazın buğulu dünyasını izliyorsunuz ki bu anlar inanılmaz keyifli.
Film, bir öğretmen ile öğrencisinin de ötesinde iki insanın kişilik çatışmasını anlatırken gerilimi sürekli
olarak ayakta tutabiliyor. Ancak insan şu soruyu sormadan da edemiyor: Bu anlatılanlar
gerçekliğe işaret ediyor mu? Ne yazık ki Whiplash, anlattığı
konu hakkında yanlış bilgilere sahip bir film. Whiplash (kamçı vuruşu), baskıcı
bir öğretmenin psikolojisini iyi bilse de müziğin ruhundan habersiz. Aşağıdaki fotoğraftan davulu ve bagetleri çıkartıp, bu adam öğrencisine ne öğretiyor diye sorsak, herhalde en fazla sayıda 'boks' yanıtını alırız.
Elbette caz müziğinde bir rekabet
olduğu doğru ancak hangi meslekte rekabet yok ki? Aşağılandıkça yere bakan, sirklerdeki
hayvanlara benzer bir terbiyeye sahip nefeslilerden, arkadaşı hata yapınca kendine
yer açılacak diye sevinen davulculardan, yanındaki davulcu tokat yerken
tepkisiz kalan kontrbasçıdan 'büyük orkestra' kurabilir misiniz? Sahnede
birbirinin gözlerinin içine bakan caz müzisyenlerini düşünün, bir de Whiplash’teki
birbirinin kuyusunu kazan, rekabet ettiği arkadaşı azarlanırken gülümseyen
müzisyenleri.
Whiplash, caz müzisyenliği ve eğitimi ile ilgili yanlış bilgilerle dolu. Cazın ruhundaki gösterişsiz, dayanışmacı ruhun yerini kapitalist sisteme özgü çirkin bir rekabet, gösteriş ve yarışma almış. Fletcher film boyunca yarışmalardan söz edip duruyor. Öğrencisi kendisini sattı diye, sahnede ona tuzaklar kuruyor. Öğrencisi de bu tuzaklara başka tuhaf numaralarla karşılık veriyor. Fletcher, öğrencilerini sürekli hız konusunda uyarıyor. Daha hızlı, daha hızlı, daha hızlı. Oysa hızlı çalmak, bir çalgıcı için gerekli yeteneklerden sadece bir tanesi ve bana sorarsanız en önemlisi de değil. Andrew hızlı çalıp davulcu iskemlesini hak etmek için ya kanlar içinde kalıyor ya da bir takım tuzaklar/rastlantılar devreye giriyor. Başarıyı yakaladığı anlarda ise perdede ya dişleri sıkılmış ya da gözleri yuvalarından çıkmış bir kişi görüyorsunuz. Oysa bir müzisyen için, zor bir partisyonunuz da olsa, son derece hızlı çalmak zorunda da olsanız, ana kural rahat olmak gerekliliğidir. Bugüne kadar sahnede sakız çiğneyeninden, sigara içenine, yüzünde bir gülümsemeden, acı ifadesine kadar çok kişi gördüm ama dişlerini sıkarak iyi çalan bir müzisyen hiç görmedim. Gelelim kanlı sahnelere. Aynı şekilde bugüne kadar davul çalarken ellerinden kanlar akan birisine hiç rastlamadım. Bilekler ağrıyabilir, duruş sorunları ortaya çıkabilir ancak bir performans sonrasında davulun kanlar içinde kalması bana bir boks filmi ya da silahlı bir kavgayı çağrıştırıyor. Bir sahnede ise, trafik kazası geçiren davulcumuz, hastaneye gitmek yerine, sahne sorumluluğu gereği, kanlar içinde orkestradaki yerini alıyor. Hadi şef arızalı, dinleyicisinden orkestra arkadaşlarına kadar bir Allahın kulu da çıkıp “Dur böyle çalma, hastaneye git” demiyor. Öyle anlaşılıyor ki Chazelle için bir işi yaparken ortalığa biraz kan dökmek, o iş için çok emeğin harcandığını, sorumluluğun yerine geldiğini ifade etmenin en kestirme yolu. Eğer, Charlie Parker doğru analiz edilebilseydi, bir müzisyenin yaşadığı mental zorlukların yanında, el ayak kanamasının ne derece önemsiz olabileceği de zaten biliniyor olurdu.
Anne babalar bu filmi izleyip, bir
de gördüklerine inanırlarsa, sanırım çocuklarının caz müziği eğitimi almasını
istemeyeceklerdir. Ancak müzik eğitimi konusunda filmde beğendiğim şeyler de
var elbette. Fletcher’ın bir yerde İngilizcedeki en tehlikeli deyim: ‘Good Job’
(iyi iş çıkardın, aferin) demesine katılmamak olası değil. Türkiye’de de bu sorun var.
Öyle ki, öğrencisine doğruyu söyleyen öğretmenler sevilmiyor, rezil
performanslara övgüler düzmek ise eğitimcilik sayılıyor.
Sonuç olarak, Whiplash bir öğretmenin
egosunun altında ezilen hayalleri, tükenen dayanma gücünü, tutkuyu, gerilimi, çatışmayı,
hırsı anlatma açısından son derece başarılı. Müzikler, kayıt ve performans
sırasındaki çekimler bir başyapıta yakışan kalitede. Caz ve müzik eğitimi
konularındaysa gerçeklikten uzaklaşıyor. Gerçek şu ki, filmin sonunda bir star
gibi sunulan Andrew hiçbir zaman iyi bir müzisyen olamayacak. Özgün bir dile,
güçlü bir tuşeye, süzülmüş bir müzik ruhuna sahip değil. Kendisinden önce gelen
müzisyenleri bilmiyor, orkestra arkadaşlarını dinlemek gibi bir derdi yok.
Finalde yaptığı gibi, diğer enstrümanlar susarken artistik bir solo yapabilir
belki ama bu da ancak sirklerde ilgi görür, konser salonlarında değil.
Ben, cazın ruhunun sistem karşıtı
bir müzik olmasından kaynaklandığını düşünüyorum. Caz, siyahların, ezilenlerin müziği. Bu film
ise bağımsız bir sinema örneği de olsa, ne yazık ki kullandığı araçlar,
terimler ve yaklaşımlar açısından, cazın karşıtı bir sistem içinden çıkmış gibi
görünüyor. Yani siyahların müziğini anlatan beyazların yönetip oynadığı bir
film gibi. Cazın ruhunu hiç anlayamamış, rekabeti, yarışmayı, tuzaklar kurmayı,
en iyi olmayı yücelten bir film.
http://www.youtube.com/watch?v=SvOksqh1Td0
Dünyayı sözcükler ile değil ancak
rakamlar ile algılayabilen sayısalcı dostlarımız için de kesin bir sonuç belirterek
yazımı bitireyim. Doğru mesajlar vermenin kötü bir filmi kurtarmadığı gibi, yanlış
mesajlar vermenin de iyi bir filmi batırmadığını düşünüyor ve bu filme gönül
rahatlığı ile 10 üzerinden 7 puan veriyorum.
1 yorum:
Yazınızda katılmadığım bir kısım var. Siz filmin "İyi müzisyenlerin yaratılması için böyle bir eğitimin olması gerekir." gibi bir mesaj vermeye çalıştığını sanmışsınız. Halbuki filmin böyle bir mesaj verme amacı yok ki. O öğretmen karakteri zaten sorunlu bir karakter. Hatta filmin sonlarına doğru baş karakterle öğretmenin yaptığı sohbette "Bu tarz eğitim kişinin hevesini de kırabilir." gibi bir söz söyleniyordu. Yani baş karakter de adamın verdiği eğitim tarzını doğru bulmuyor. Hatta çocuk, bölümden atılıp kendi kendini yetiştirip daha iyi bir hale gelmiş oldu filmin sonunda.
Yorum Gönder