Kadıköy Moda Sahnesindeki küçük salonda izleme fırsatı
bulduğum “Haziran Yangını”, Ethem Sarısülük ve ailesine odaklanmış bir belgesel
film. 65 dakika süren film, Sarısülük ailesiyle birlikte Gezi Parkı direnişinin
Ankara’daki fotoğrafını da önünüze getiriyor.
Haziran Yangını, henüz yaralar sıcak olduğundan, izlemesi çok
kolay bir film değil. Her sahnede yüreğinizi acıtan bir ayrıntı, bir bakış, bir
gülümseyiş çıkıyor karşınıza. Gürkan Hacır’ın yazıp yönettiği filmde, görüntü
yönetmeni olarak Akdeniz Adıyaman yer alıyor. Film, özgün çekimlerin yanısıra polis kameralarından elde
edilen görüntüleri, haber kanallarının çekimlerini ve bazı kişisel videoları da
içeriyor. Gezi Parkı ile ilgili kısa bir bilgilendirmeden sonra, kameralar
Ankara’ya çevriliyor. Film iç içe geçmiş biçimde, Ethem Sarısülük’ün ailesini, direnişi, Ethem'in öldürülüşünü ve yargılama dönemini perdeye taşıyor. Gaz bombaları, TOMA’lar, akrepler
ve silahlar, polis terörünün şiddetini hiç abartmadan gözler önüne seriyor. Gürkan Hacır, direnişçilerin -belli kesimler tarafından eleştirilebileceğini düşündüğüm- taş atma görüntülerine de hiç
çekinmeden yer vermiş filminde ki bence bu seçimiyle övgüyü hakediyor. Belki
de filmin en etkileyici yanı bu: sokakta ne yaşanmışsa perdede de onu izlediğinizi
hissettiriyor size Hacır. Eğer bu film eleştirilecekse, polis şiddetini gerçekte
olduğundan daha az vermiş diye eleştirilebilir ancak.
Ben filmin müziklerini beğendim. Gerilimli sahnelerde çok ön
planda olmasa da özellikle acının öne çıktığı karelerde, biraz daha duygusal bir
boyut getiriyor filme. Ağıta varan bölümlerinde bile en ufak bir duygu
sömürüsü hissedilmiyor salonda.
Film boyunca Ethem’i hep ön safta direnirken, Erdoğan’ı gerçekleri çarpıtırken,
Melih Gökçek’i düpedüz yalan söylerken, Abdullah Gül’ü içeride başka, dışarıda
başka konuşurken, Sarısülük ailesini ise tırnaklarıyla direnirken izliyorsunuz.
Bunlar gerçeklerle örtüşüyor mu, filmi izledikten sonra siz kendiniz karar verin.
Haziran Yangını, tarihe düşülen bir not gibi. Tarafsız, abartısız,
her şeyin olduğu gibi yazıldığı, söylendiği, görüntülendiği bir film.
Eksikleri var mı derseniz, kendi adıma, Ethem’i daha yakından tanıyacağımı
ummuştum ancak film zaten psikolojik bir
derinlik içerme iddiasına sahip değil. Filmin asıl amacı, bir polisiye soruşturması gibi suçun
görüntülenmesini, suçlunun yakalanmasını ve kişinin yargılanmasını gerçeklere
uygun bir biçimde perdeye taşımak ki bunu da fazlasıyla başarıyor. Ethem'in öldürülmesiyle ilgili videoları sosyal medyada izlemiş, Sarısülük haberlerini okumuşsanız, film size bilgi anlamında çok fazla bir şey sunmayabilir. Ancak bu ayrıntıları bilmeyenler için, özellikle yargılama bölümü son derece çarpıcı ayrıntılar içeriyor.
Direniş sonrasındaki günlerde, Mustafa Sarısülük’ün elinden yaralandığı bir fotoğrafı anımsıyorum. Kendisine de geçmiş olsun demiş ve bu direnişin en güzel yarasına sahip olduğunu söylemiştim. Direnişçilere sataşan bir kendini bilmez bir anda direnişçi grubun içinde kalınca, karşı görüşlü birini kurtarmak için öne atılmış ve yaralanma pahasına onu direnişçilerin elinden almıştı. Vicdan, merhamet, insan sevgisi, ne derseniz. Bu davranış biçimi Alevilerde görülen ve karşı görüşe bile "can" diye bakan anlayışın ürünü. Dikkat ederseniz Ethem’in annesi Sayfı Sarısülük de en sert mesajlarında bile nefret diline yer vermiyor. Filmde, bu vicdan değil de ailenin direnen sert yönü biraz daha ön planda.
Farklı kaynaklardan derlenmiş görüntüleri, aynı öykünün içinde bir araya getirip, aynı kazanda kaynatmak kolay bir iş değil. Müziklerin de yardımıyla "Haziran Yangını" bunu başarıyor. Filmi izlerken, daldan dalan atlayan görüntüleri değil, olay örgüsüne uygun biçimde sıralanmış sahneleri izliyorsunuz.
Direniş sonrasındaki günlerde, Mustafa Sarısülük’ün elinden yaralandığı bir fotoğrafı anımsıyorum. Kendisine de geçmiş olsun demiş ve bu direnişin en güzel yarasına sahip olduğunu söylemiştim. Direnişçilere sataşan bir kendini bilmez bir anda direnişçi grubun içinde kalınca, karşı görüşlü birini kurtarmak için öne atılmış ve yaralanma pahasına onu direnişçilerin elinden almıştı. Vicdan, merhamet, insan sevgisi, ne derseniz. Bu davranış biçimi Alevilerde görülen ve karşı görüşe bile "can" diye bakan anlayışın ürünü. Dikkat ederseniz Ethem’in annesi Sayfı Sarısülük de en sert mesajlarında bile nefret diline yer vermiyor. Filmde, bu vicdan değil de ailenin direnen sert yönü biraz daha ön planda.
Farklı kaynaklardan derlenmiş görüntüleri, aynı öykünün içinde bir araya getirip, aynı kazanda kaynatmak kolay bir iş değil. Müziklerin de yardımıyla "Haziran Yangını" bunu başarıyor. Filmi izlerken, daldan dalan atlayan görüntüleri değil, olay örgüsüne uygun biçimde sıralanmış sahneleri izliyorsunuz.
Filmden çıktığımda, ilk iş gözlerimi siliyorum. Pablo Neruda’dan Hilmi Yavuz’un eşsiz çevirisi geliyor
aklıma:
Şiir neye
yarar ki çiyler için yazılmazsa
Bu gece için
yazılmazsa neye yarar
Ya da
korkunç acılarla kıvrandığımız günler için
Bu günbatımı
için yazılmazsa
Şurda hızla
atan yüreğiyle
Kendini
ölüme hazırlayan
Şu yaşlı
adamın durduğu
Yıkık
köşebaşı için yazılmazsa neye yarar?
Gürkan Hacır’ın bu filmini kaçırmayın. Tertemiz bir ailenin, kirli bir devlete karşı verdiği hukuk mücadelesini, insanların dişleriyle tırnaklarıyla direnişlerini göreceksiniz. En başta Gürkan Hacır olmak üzere, emeği geçen herkese sonsuz teşekkürler. Yazıyı, Mustafa Sarısülük'ün hastane bahçesinde, kardeşinin ölümünü dünyaya duyururken söyledikleriyle bitirelim:
"Son sözü her zaman direnenler söyler. Ve biz henüz, son sözümüzü söylemedik".
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder