5 Mayıs 2014 Pazartesi

Caz Müziği Ölüyor mu?

2008 yılında, National Endowment for the Arts tarafından yapılan ve ‘ABD’de, sanat etkinliklerine katılan izleyiciyi’ konu alan araştırmayı, caz müziği ile uğraşanların dikkatle incelemesinde yarar var. Bu araştırma, sürekli yapıldığı için, izleyicinin yıllar içindeki gelişimini görme şansımız oluyor.

Chris Bauer Music (1)

Caz, ABD’de eskisi kadar popüler değil, Big Band’lerin salonları doldurduğu, müzisyenlerin şehir şehir, kasaba kasaba dolaştığı, Louis Armstrong, Duke Ellington, Count Basie gibi adların herkesçe bilindiği dönemler artık geçti. Bunu kabul etmemiz gerekir ki, şimdiki gençler rap, rock, pop, heavy metal dinlemeyi, caz dinlemeye tercih ediyorlar.

Dilerseniz öncelikle araştırmaya dönelim ve kısaca sonuçlarını görelim. Ben, araştırma sonuçlarını, araştırmanın bir özetini yayınlayan ve bu sonuçlarla ilgili çok önemli saptamalarda bulunan Terry Teachout’un yazısından(2) aldım.
  • Yılda en azından bir tane caz konserine giden yetişkin ABD’li oranı, 2002 yılında % 10,8 iken, 2008 yılında % 7,8 olarak ölçülmüş. (Altı yıl içinde yaklaşık % 30’luk bir kayıp var).
  • 1982 yılında caz konserine gidenlerin yaş ortalaması 29 iken, 2008’de yaş ortalaması 46 olmuş. (26 yıl içinde, caz dinleyicisi 17 yıl yaşlanmış)
  • 45-54 yaş aralığındaki olgun caz dinleyicileri içindeki caz dinleme eğilimi, 2002 yılında % 13,9 iken, 2008 yılında % 9,8 olarak ölçülmüş. (Altı yıl içinde yaklaşık % 30’luk bir düşüş var).
  • Yüksek öğrenimli yetişkinler içindeki canlı caz müziği dinleyicisi oranı 1982 yılında % 19,4 iken, 2008 yılında 14,9 olmuş. (% 23’lük bir düşüş söz konusu)
Terry Teachout  çok yerinde bir kıyaslama yaparak, 1982-2008 yılları arasında, 1982’de ortalama 29 olan caz dinleyicisi yaşının, 2008 yılında bale ve klasik müzik dinleyicisinin ortalama yaşlarına yaklaştığını belirtiyor. Terry Teachout, caz dinleyicisinin azalmasını ve yaşlanmasını diğer türlerle karşılaştırdıktan sonra şu saptamayı yapıyor: "Ortalama bir  Amerikalı, cazı artık yüksek sanat eserleri grubunda değerlendiriyor."









Yukarıdaki tablo, bize cazın gerçekten de hangi tür dinleyici ile koşut hareket ettiğini açıkça gösteriyor. Teachout’un yazısı, caz müziği çalan, yayımlayan, konser düzenleyen, yapımcılıkla uğraşan insanların artık genç dinleyicilerin ilgisini nasıl çekeriz diye düşünmeleri gerektiğini söyleyerek son buluyor.

Elbette bu rakamlar ABD’nin rakamları ve biz, benzer bir ölçümde farklı sonuçlar elde edebiliriz. Ancak süreçler açısından değil de varılan nokta açısından baktığımızda Türkiye’de de benzer sorunların olduğunu görüyoruz.

Son zamanlarda gittiğim bazı konserlerde, son derece şık giyimli kadın ve erkek izleyiciler görüyorum. Öyle ki kot pantolon ve kısa kollu gömlekle bile ortalarda gezinmeye çekinir halde bir kenarda dikiliyorum. Bu üst düzey izleyiciler konser öncesinde, (giysilerinden gelen güvenin de katkısıyla) bağıra bağıra konuşuyorlar. Her ne hikmetse birbirlerini de tanıyorlar. Papyon kravatları, rengarenk tuvaletleri, kuaförden taze çıkmış saçları, entelektüel diyalogları ile bizleri iyice yerin dibine sokuyorlar. Benim o andaki tek tesellim, dizüstü bir şort ile gelmemiş olmak, çünkü tek tük de olsa, bu tür ‘münasebetsizler’ de yok değil. Bu üst düzey müzikseverlerin, izledikleri sanatçılara değer verdiklerini göstermek gibi bir gerekçeleri de var tabii ki. Eğer müzisyenler de 1930’ların orkestrasından fırlamış gibi tek tip takım elbiseler ile sahnede yerlerini almışlarsa diyecek söz yok ama eğer kot pantolon ve uyduruk bir t-shirt ile sahneye çıkarlarsa, değmeyin benim keyfime. İşte diyorum o zaman, benimkiler çıktı. Tromboncunun bu sabah yüzünü yıkamadığına, davulcunun da üç gündür dişlerini fırçalamadığına yemin edebilirim. İşte şu anda birisinin, en ön sıraya gidip: “Babalar burası müzik dinlemek için, kokonaların gösteriş salonu başka binada” demesini öyle istiyorum ki. Ben mi söyleyeyim, benim öyle bir cesaretim yok.

Bu giyim kuşam örneğini Türkiye’de de benzer bir algı değişimi olabileceğini göstermek için verdim. Tüm bu saptamalardan sonra, bu gidişe dur demek için, kısaca kendi önerilerimi de sıralamak istiyorum.

Ne Yapmalı?
  • Cazı; opera, bale, klasik müzik ile aynı kefeye koyan algı değişmeli. Caz, sırtını alt kültüre dayayan bir geçmişe sahip. Rap veya rock müziği gibi gençleri, alt kültürleri, özgürlükleri kuşatan bir söylem, cazın yenilikçi, devrimci yapısına çok daha uygun.
  • Öğrencileri caz dinleyicisinin arasına katacak teşvikler sağlanmalı. Bir üniversite öğrencisinin, devlet tiyatrolarına ödediği bedelden daha fazla ödemeden, gidebileceği, nitelikli caz konserleri olmalı. (Bedava filanca etkinliğinden söz etmiyorum. İyi müzisyenlerin, yeni projelerin yer aldığı güncel konserlerde öğrenci biletlerinin -çok ama çok-, ucuz tutulmasından söz ediyorum.)
  • 18 yaş üzerindeki öğrencilerin giriş ücreti ödemeden, belki bir bira içerek canlı caz müziği dinleyebilecekleri mekanlar olmalı.
  • Belli tarzlarla sınırlı olmak üzere, konser düzenine yakın oturma düzenine sahip, sahnesi olan ve belli sayıdan fazla dinleyici ağırlayabilecek işletmeler, canlı müzik çaldıklarında, -bedeli müzisyenlere verilmek üzere- devlet desteği alabilmeliler. Bu destek, proje bazında onaylanmalı ve projedeki müzisyen sayısı ve müzisyenlerin bilinirliğine göre destek miktarı belirlenmeli.
  • Gençler, rock, rap, pop müzik yapan kişileri kendisine daha yakın buluyor, bu kişileri izliyor ve zaman zaman taklit ediyorlar. Caz müzisyenleri, kendilerine biraz fazla çeki düzen vermiş gibiler. Daha savruk, daha sert, daha yumuşak, daha tuhaf, daha uçuk, düzenle daha az uyumlu, daha farklı olmak neden kötü olsun? Bu yaklaşım doğallıktan uzaklaşmadığı, yani içten olduğu sürece, genç kuşak ile daha derin bağlar kurulabilir.
  • Caz müziğinin en iyi dinleyicileri, caz müzisyenleri olmuştur. Bir caz okulu açıldığında, enstrüman, vokal kursları düzenlendiğinde, çalıştaylar yapıldığında, bunlara katılan ama sonrasında müzisyen olmayan kişilerin aslında çok büyük birer kazanç olduğunu düşündünüz mü hiç? Sadece başarılı değil başarısız olduğu düşünülen öğrenci ve kursiyerler de çok iyi birer caz dinleyicisi olarak caz müziğine en büyük katkıyı sağlayabilirler. Bu nedenle her müzisyen, elinden geldiğince, çok sayıda öğrenci ile ilgilenmeli. İçlerinden dünyanın en iyi müzisyenleri çıkmayabilir, bu önemli değil. Hepsinin iyi birer dinleyici olması yeterli.
  • Caz müziğini salt ‘swing’ ile veya 1940’ların ‘caz standartları’ ile tanımlamak ve bunlarla sınırlamak artık yeni izleyicilerin ilgisini çekmiyor. Müzisyenler elbette istediğini, istediği gibi çalmakta özgür olmalı ancak artık caz müziğinin farklı bir vizyonu da var. Şu anda caz müziği, dünyanın her köşesinden gelen farklı düzenlemeler, farklı enstrümanlar, farklı ritmler ile çok daha zengin bir kaynağa sahip. Üstelik; bu evrensel yaklaşım, yerel değerlerin katılımı, farklı enstrümanların ve farklı kültürlerin kaynaşımı, cazın doğasına çok daha uygun. Kendi ‘standartlarımız’, kendi  sazlarımız, kendi ritmlerimiz ile cazın evrensel değerlerine daha pek çok katkı sağlayabiliriz. (Eğer bir caz standardını swing dışında yeniden yorumlamak istiyorsanız, o parça ‘It Don't Mean a Thing, If It Ain't Got That Swing’ olmasın. Haddimizi bilelim.)
  • Caz müziği okullarda öğretilmeli, daha doğrusu dinletilmeli. İlköğretim ve liselerde müzik öğretilmemeli, sadece dinletilmeli, anlatılmalı, üzerinde konuşulmalı. Okullarda müzik dinlenebilecek, profesyonel ses sistemlerine sahip dinleme odaları olmalı ve öğrenciler bu odalarda iyi birer caz, klasik, rock, halk ve Türk müziği seçkisine erişme imkanına sahip olmalı.
  • Caz müzisyenleri, asıl alanları dışında zaman zaman ilgi çekecek, haber değeri taşıyan farklı projeler üzerinde de çalışsa bunun kime, ne zararı olur? Bu çalışmaların popüler kültür izlerini taşımasında hiçbir sakınca yok. Caz standartlarının büyük bir bölümü de bildiğiniz gibi, o dönemin popüler parçalarının birer yorumu aslında. Örneğin; ‘Caz Orkestrası ile Türk Müziği Yorumları’, ‘Sezen Aksu Parçaları’, ‘Grup Yorum-Caz Yorumları’, ‘Mazhar Alanson Caz Söylüyor’ gibi projeler neden olmasın? Ya da ‘Kanun Kontrbas İkilisi’, ‘Ud Gitar Darbuka Üçlüsü’ gibi. (Elbette bunları Okay Temiz, Önder Focan, Jülide Özçelik gibi müzisyenler zaten hakkını vererek yapıyor. Ben bu yaklaşımın devamının gerekliliğini vurgulamak istiyorum.)
  • Devlet; farklı bölgelerde düzenlenecek, konser ve çalıştaylara destek vermeli. Müzisyenler sponsor, yapımcı, yatırımcı peşinde koşmakla uğraşmamalı.
  • Caz müziğini konu alan şiir, inceleme, resim, fotoğraf, öykü, tiyatro gibi farklı alanlar da caz müziği ile birlikte ele alınarak, kapsayıcı bir yaklaşım benimsenmeli. Sanat dalları arasındaki bu türden işbirlikleri, hem taraflar için geliştirici hem de sanatseverlerin gözünde, her zaman ilgi çekici olmuştur.
  • Caz müziği bestecileri ve yorumcuları, beste yaparken veya sahnede doğaçlama yaparken güncel olaylardan, basit yaşamlardan, sokaktan, siyasetten, günümüzdeki insan portrelerinden de yola çıkmalı. İzleyici, kendi yaşamı ile çalan müzik arasında bağ kurmakta zorlanmamalı.
En önemli önerimi sona sakladım. Can Yücel'den bir dize ile: Eğer caz çalacaksak,
'...
ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi'.


Kaynakça:
(1) Bauer, Chris, http://www.chrisbauermusic.com/2012/02/is-jazz-a-dying-art-form/ , Erişim Tarihi: 05.05.2014
(2) Teachout, Terry, http://online.wsj.com/news/articles/SB10001424052970204619004574320303103850572 , Erişim Tarihi: 05.05.2014

Hiç yorum yok: