Türkiye’de insan
kaynakları özellikle de işe alım alanındaki uygulamaların bir bölümü bana eskilerin
galat-ı meşhur (herkesçe yapılan, sık rastlanan hata) sözünü anımsatıyor. En
büyük firmasından, küçük işletmesine kadar öylesine ayrımcılıklarla
karşılaşıyor ki insan, bu uygulamaların nasıl olup da bu kadar yaygın hale
geldiğine şaşıyor. Bu ayrımcılık kimi firmada cinsiyet ayrımcılığı, kimi
firmada görünümle ilgili ayrımcılık, kimi firmada ise açıkça ırkçılık biçiminde
ortaya çıkıyor.
Bir okulda öğretmen
olduğunuzu ve sınıflarınızın hepsinin içinden farklı topluluklar için seçilecek
öğrenciler konusunda bu toplulukların liderleriyle birlikte karar vermeniz
gerektiğini düşünelim. Şiir Topluluğuna edebiyat dersi iyi olan ya da kitap
okumayı sevenleri, Astronomi Topluluğuna uzaya meraklı ya da fiziği iyi olan
öğrencileri, Müzik Topluluğuna da herhalde sesi güzel olan ya da bir saz
çalmayı bilen öğrencilerinizi yönlendirirsiniz. Peki ya sizden Şiir Topluluğu
için uzun boylu, hoş sohbetli, Lise I’e giden bir kız öğrenci istenirse? Sanırım
pek çok öğretmen buna tepki gösterir ancak Türkiye’deki İnsan Kaynakları yöneticilerinin
ayrımcılığa tepki gösterdiklerine ben pek tanık olmadım. Hatta çoğu zaman,
çağdaşlık, ahlak, şirket kültürü, muhafazakarlık gibi muğlak kavramlar
etrafında bu ayrımcılık uygulamalarını yaşama geçirenler ne yazık ki insan kaynakları
çalışanlarından başkası değil.
Dilerseniz ülkemizde en
sık rastlanan ayrımcılık türlerine bir göz atalım:
Yaş Ayrımcılığı
Türkiye’de en yaygın
ayrımcılık türüdür. Belli başlı tüm iş bulma sitelerinde yaş aralığı girerek arama
yapabilirsiniz. İş arıyorsanız, doğum tarihinizi doldurmadan özgeçmiş
oluşturamaz veya veri tabanınıza girdiğiniz yaşınızı firmalardan
saklayamazsınız. İlan veren firmaysanız, hiç utanmadan “falanca yaşından gün
almamış” diye yazabilir, ilanınızı körpe, çiçeği burnunda, yeni mezun gibi
sıfatlarla süsleyebilirsiniz.
Cinsiyet Ayrımcılığı
Bir kişi hangi işi
yapıp hangisini yapamayacağını en iyi kendisi bilir sanırım. Eğer bir kadın
‘ben araç sürücüsü olabilirim’ diyorsa, ya da bir erkek ‘ben ofis temizliğini
yaparım’ diyorsa bence bunun üstüne kimsenin söz söyleme hakkı olmaması gerekir.
Bu meslek-cinsiyet sınıflandırmasının temelinde ne olduğunu bilmiyorum. Örneğin
İstanbul'daki minibüs, otobüs, taksi sürücülerinin müşteriye davranış
biçimleri, kural tanımazlıkları ve şiddet eğilimleri göz önüne alındığında, bu sektördeki erkeklerin neredeyse tümünün başarısız olduklarını söyleyebiliriz. Bu
göreve yeni bir erkek alınırsa başarısız olacağı neredeyse kesin gibi, kadın
olursa en azından denenmemiş, bir umut var diyebiliriz. Ama uzmanlara
bakarsanız: “Şoförlük, erkek işi”.
Irk Ayrımcılığı
Irk Ayrımcılığı
Türkiye’de
sanıldığından daha yaygın bir ayrımcılık türüdür. Adı böyle konmaz elbette.
İşveren, şivesinden, adından, soyadından anlar kişinin ırkını ama ‘Ermeni olduğunuz
için sizi alamıyoruz ‘ya da ‘Kürtlerle çalışmayı doğru bulmuyoruz’ demezler. ‘Sektördeki
konjonktürel dalgalanma neticesinde, sizinle görüştüğümüz pozisyon geçici bir
süreliğine askıya alındı’ ya da ‘söz konusu pozisyon için daha uygun bulduğumuz
başka bir adayla anlaştık’ derler. Bu arkadaşlar, öyle güzel yalan söyler ki
çoğu zaman kendileri bile inanır yalanlarına, içlerindeki ırkçılığın farkına
bile varmazlar.
Dinsel Ayrımcılık
Türkiye’de daha çok kamuda
ve muhafazakar kurumlarda görülen bir ayrımcılık türüdür. Manevi eksikliğiniz
veya yanlış mezhepte bulunuyor olmanız, sizi kırmamak için dolambaçlı yollarla
ifade edilir. Örneğin, Aleviler genellikle ‘bir diğer aday daha yüksek puan
aldığı için’ elenirken, ramazan ayında yapılan mülakatta su içenler ‘şu an için
acil bir personel gereksinimi olmadığından’ dolayı geri çevrilirler. Ateistlerin
işi çok daha zordur. Hayvanat bahçesine hayvan olarak başvursalar bile ‘özellikleriniz
adı geçen pozisyon için yetersiz bulunmuştur’ yanıtını alırlar. Belki bir yanıt
gelir diye beklenen süreler hiç bitmez. Elbette bazıları için zaman daha
değerlidir. Örneğin cemaat mensubuysanız siz iş başvurusu yapmadan kartvizitiniz
basılıp odanız döşenir (En azından bir zamanlar öyleydi). Yazılı sınavdaki sorular
bir gece önce rüyanızda gördüğünüz soruların içinden çıkar, mülakattaki en zor
soru ise, ‘Amcanız beyefendi inşallah nasıllar?’ türündedir.
Bazı uyanık kişiler
uygulamadaki bu ayrımcılığı bildikleri için farklı sakal bıyık formları,
muhafazakar selamlaşmalar ve çeşitli Arapça sözcük öbekleri ile şanslarını artırmaya
çalışsalar da devleti kandırmak öyle sanıldığı kadar kolay değildir. En azından
başörtülü bir eş ya da seccade üstünde uyuyakalmış bir sosyal medya fotosu gibi
kanıtlar gerekir.
Meme Ayrımcılığı
İşveren her zaman uyanık
olmak durumundadır. Yirmili, otuzlu yaşlardaki her bekar kadın, işe girer
girmez evlenip bebek doğurarak, endüstriyel üretim hattının sürekliliğini riske
edebilir. Eğer ‘Falancanın bugün süt izni vardı da o yüzden müşterinin
siparişleri yetişmedi’ sözünü duymak istemiyorsanız, ilgili kişiye, işe alırken
dobra dobra : ‘Erkek arkadaşınız var mı?’, ‘Varsa ne sıklıkta sevişiyorsunuz?’,
‘Her zaman korunuyor musunuz?’, ‘Çocuk düşünüyor musunuz?’ gibi aklınıza gelen abuk
sabuk tüm ayrıntıları sorabilirsiniz. Burası Türkiye olduğundan, kimse ‘Sana ne arkadaş?’ demez.
Okul Ayrımcılığı
Bazı okullarda
okuyanların pek hoşuna giden, sevimli bir ayrımcılıktır bu. İş ilanları, Türkiye’nin
önde gelen üniversitelerinden diye başlar. Sonra örneklendirir kimisi: ODTÜ,
İTÜ, Boğaziçi diye devam edip gider. Kendi okulunuzu ararsınız meraklı gözlerle
ama bulamazsınız. Bir aşağılık duygusu çöker üstünüze. ‘Keşke’ ile başlayan
cümleler kurarken uykuya dalar, rüyanızda kendi boğazınızı sıkarsınız.
Cinsel Tercih Ayrımcılığı
Türkiye’deki
küfürlerin, aşağılamaların, alaycılığın cephaneliği LGBTİ bireyleridir. Türkiye’yi
bilmeyen birisi, iki çalışanın aralarındaki konuşmaya baksa, ülkedeki yöneticilerin
önemli bölümünün eşcinsel veya farklı cinsel tercihlere sahip kişilerden
oluştuğunu sanabilir. Oysa durum ne yazık ki tam tersidir. LGBTİ bireyleri çoğu
zaman, nefretle karışık bir ayrımcılıkla karşı karşıya kalırlar. Bütün kapılar
yüzlerine kapanır, seks işçisi olarak bile yer bulamazlar iş yaşamında. Alışveriş
yaparken, yürüyüşe çıkarken, komşularının kapısını çalarken hep çekinirler. Öylesine
dışlanırlar ki toplumdan, Eylül Cansın'ın aşağıdaki videosunda
olduğu gibi çaresizlik içinde toplumun onları ittiği yere sürüklenirler.
Sakat Ayrımcılığı
Kulağı duymayan bir
kişi, santral operatörü olarak iş arar mı sizce? Ya da gözü görmeyen birisi grafik
tasarımcısı pozisyonuna başvurur mu? Herkes, kendi sakatlığının hangi işi
yapmasına engel olacağını en iyi kendisi bilir sanırım. O zaman özgeçmişlerde
sakatlık sorgulamanın ne gereği var? Eğer sakat kadrosundan bir işe alım
yapılacaksa ya da kişi bu şekilde başvuruyorsa bunu belirtmek anlamlı olabilir
ama normal bir iş ilanında adayın sakatlık durumunu sorgulamak, bence çok açık
bir ayrımcılık. Türkiye’de sakat oranı, toplam nüfusun % 12’sinden fazla. Bu
insanların % 85’i ilkokul mezunu. Yani ayrımcılık, bu kişilerin eğitim
hakkından başlıyor. Sakat insanları eğitimsiz bırakıp, sosyal yaşamın dışına
itip sonra da iş ararken -% 100 durgun zekalılar tarafından hazırlandığını
düşündüğüm- bir oransal sakatlık sorgulamasıyla karşı karşıya getirmek hiç adil
değil. Eskiden iyi kötü kamuda çaycı, odacı, santralci olarak çalışabilen
sakatlar artık iş yaşamında iyice azaldılar. Haklarını yemeyelim, gene devlet
kurumları bu konuda biraz daha iyi. Ben bugüne kadar hep özel şirkette
çalıştım, hiç sakat arkadaşım olmadı. Siz hiçbir özel bankada sakat bir müşteri
temsilcisi gördünüz mü? Göremezsiniz, onlar sakatları sadece reklamlarında
kullanır çünkü. O muhteşem dekorasyon, duvara asılı tablolar ve son model
arabalar. E şimdi öyle bir ortama da genç, boylu poslu, güzel, yakışıklı
çalışanlar gider. Bu kadar şık döşenmiş, para harcanmış bir yerde oflaya puflaya
yürüyen bir sakat sizce de çok çirkin bir görüntü değil mi?
Birçok firma, yasal
olarak zorunlu olduğu halde sakat çalıştırmayıp aylık olarak cezasını ödemekte
veya sakat kişilerle anlaşıp, gerçekte çalışmadığı halde bu kişileri bordroda
gösterip, oturdukları yerden onlara maaş ödemektedir. Bu uygulama, sakatları işe
yaramaz olarak görerek onları dilenci durumuna düşüren ilginç bir ayrımcılık
uygulaması olarak iş tarihimize geçmiştir.
Kanca Burun, Çarpık Diş ve Kıllı Bacak Ayrımcılığı
Sevgili kanca burun,
ben bugüne kadar binlerce iş ilanına baktım. Sen yorulma diye söylüyorum,
bugüne kadar seni arayan bir allahın kuluna rastlamadım. Belki yüzüne de
söylememişlerdir ama sen de o bakışlardan anlamalıydın dostum. Bu burunla iş
başvurusu yapılır mı? Hadi sen yaptın, firma yetkilileri de profilden bakmayı
atlayıp seni işe aldı, gerçekçi olalım, nereye kadar yükselebilirsin ki bu
burunla? Peki ya sen koca göbek, sen kepçe kulak. Bugün için size uygun bir pozisyonumuz yok
ama şunu bilmenizi isteriz ki, eğer sirk işletiyor olsaydık inanın ilk önce sizlerle görüşmek isterdik.
Genellikle kendisini
‘giyimine özen gösteren’, ‘bakımlı’, ‘prezantabl’ gibi sıfatlarla belli eden bir ayrımcılık türüdür. Türkiye’de özgeçmişlerin fotoğraflı olması, kimsenin
sorgulamadığı bir durumdur. Birkaç yıl sonra iş arama portalleri özgeçmişlere, mayolu
resim, profilden resim, boydan resim, dişlerin genel görünümü gibi farklı
fotoğraf kategorileri de eklerse eğer, firmalarımız daha rahat ‘elemanken’
bulabilir kendine.
Şimdi, firma
yöneticileriyle işe alım danışmanlarının yaptığı ‘hayali’ görüşmelerde, bu
ayrımcılık türlerinin nasıl konu edildiğine bakalım:
- Biliyorsunuz,
patronlarımız muhafazakar. Bizim kültürümüze uyacak arkadaşlar olsun ki onlar
da rahat etsinler biz de.
- Kadınlar çok açık olmasın, erkekler de küpe takmasın gibi düşünebilir miyiz?
- Estağfurullah, biz
ayrımcılığa karşıyız. (Aferin doğru anladın).
- Bunu duyduğuma çok
sevindim. (Hadi oradan).
- Biz çağdaş bir
kurumuz, çalışanlarımızın da hem düşünce olarak hem de giyim kuşam olarak belli
bir standartta olmasını tercih ediyoruz.
- Kızlarda başörtüsü
olmasın diyorsunuz yani.
- Hayır öyle bir şey
demedim, biz ayrımcılığa karşıyız. (Aferin doğru anladın).
- Bunu duyduğuma çok
sevindim. (Hadi oradan).
- Patronumuz
Karadenizli, bazı konularda biraz tutucu. Açıkçası belli bölgelerin insanıyla
daha rahat anlaşabiliyoruz.
- Kürt olmasın
istiyorsunuz değil mi?
- Hayır ben öyle bir
şey söylemedim, biz ayrımcılığa karşıyız. (Aferin doğru anladın).
- Bunu duyduğuma çok
sevindim. (Hadi oradan).
- Bizim sosyal
aktivitelerimiz çok olur. Akşam Boğazda balık yemeye gittiğimizde ya da
eğlenmeye çıktığımızda bize ayak uydursun.
- Yani bulacağımız
aday, sorulduğunda ‘ben içki kullanmıyorum’ demesin öyle mi?
- Hayır canım, biz ne
karışırız insanların yediğine içtiğine. (Aferin doğru anladın).
- Bunu duyduğuma çok
sevindim. (Hadi oradan).
- Çok büyük bir aile
gibiyiz. Mesela ramazanda bahçeye iftar sofralarımız kurulur, patronlar,
işçiler hep beraber aynı sofraya otururuz.
- Oruç tutmayan, namaz
kılmayan kişiler uygun değil mi diyorsunuz?
- Ne münasebet, biz
insanların inançlarına, ibadetlerine karışmayız. (Aferin doğru anladın).
- Bunu duyduğuma çok
sevindim. (Hadi oradan).
Elbette her görev, farklı
kişilik özellikleri gerektirecektir. İş ilanlarında, bu özelliklerin dile
getirilmesinde ya da seçme-yerleştirme işlemlerinde bunların belirleyici kriter
olarak kullanılmasında bir sakınca yok. Yani siz enerjik, dinamik, kıpır kıpır
birini arama hakkına sahipsiniz ancak bu özellikleri 18-25 yaş arasına hapsedip
diğer insanları dışarıda bırakma hakkına sahip olmamalısınız. Ya da dayanıklı,
güçlü, sert mizaçta birini arayabilirsiniz ancak bu özellikleri erkek olmakla
ilişkilendirip kadınları dışarıda bırakmamalısınız. Neden mi?
Çünkü, işe girerken,
performans değerlendirilirken ya da terfi ederken tüm çalışanların eşit biçimde
yarışması bir kurumun çimentosu gibidir. Eşitlik ve adalet değerlerine dayanan
bir organizasyonel yapı, dürüstlük, açık iletişim, dayanışma ve birlik kültürünün
gelişmesi için de en uygun ortamı yaratır. Türkiye’deki gibi ayrımcılık,
kayırma ve adaletsizliğe dayanan bir yapıya sahipseniz, bu değerler size ancak yalakalık,
zorbalık, baskı, yolsuzluk, karalama, ve dedikodu kültürü için uygun bir ortam
yaratır.
Kısaca söylemek
gerekirse: Eşitliğin büyüttüğü yapıları, ayrımcılık çürütür.
Yazar: Burak Kaya (SEO - Content Marketing)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder