Türkiye’de son birkaç
yıldır ‘terör’ sözcüğünün yaygın kullanımı hepimizde bir kafa karışıklığına
neden oluyor. Özellikle devlet organlarının ya da devlet yanlısı yayın
organlarının ‘terör’ sözcüğünü işine geldiği gibi kullanması, sözcüğün gerçek
anlamının ötesinde bir etiketleme aracına dönüşmesine neden oldu.
Terör sözcüğünün
karşılığı, TDK’nın sözlüğünde ‘yıldırı’ olarak veriliyor. Anlamını, ‘korku
salarak sindirme’, ‘korkutarak yıldırma’ gibi düşünebileceğimiz ‘terör’ sözcüğü,
Latin kökenli olup, Latincedeki anlamı ‘korkudan titreme’. Petit Robert
sözlüğünde "Bir toplumda bir grubun halkın direnişini kırmak için
yarattığı ortak korku” olarak tanımlanan terör sözcüğü Oxford İngilizce
Sözlük'te "Genellikle siyasal nedenlerle, halkın gözünü korkutmak ve halkı
yıldırmak için dehşet öğesini kullanmak" olarak veriliyor.(1)
Sözcüğün siyasal
olarak yaygınlaşması ise Fransız Devrimi sırasında olmuş. Bu bölümü Ömer
Aymalı’nın 28 Temmuz 2011’de Dünya Bülteninde yayımlanan Bir terörist tip: Maximilien Robespierre başlıklı yazısından özet
olarak aldım.(2)
Fransa’da, 1792 yılında, Jakobenlerin lideri Robespierre bir darbe ile yönetimi
ele geçirip kral 16.Lui’yi idam ettirdi. Hukuk okumuş, gerçek bir cumhuriyetçi
olan Robespierre, iktidarını sağlamlaştırmak için elindeki gücü bir ölüm
makinesine dönüştürürken yaptıklarını şu sözlerle savunuyordu: “Halkçı bir
yönetim, gücünü, barış yıllarında erdemli olmaktan, devrim yıllarında ise hem erdemli
olmaktan hem de terörden alır. Erdemin olmadığı yerde terör barbarlıktır,
terörün olmadığı yerdeyse erdem zavallı durumuna düşer. Terör, her zaman hazır,
sert ve acımasız bir adaletten başka bir şey değildir.”
Robespierre, kendisine karşı gelen herkese savaş açtı. En yakın arkadaşlarından olan, devrimin
adıyla özdeşleşen Danton’u bile karşısına aldı. İktidarın kana doymak bilmeyen
işleyişini eleştiren Danton için “Danton vatan düşmanlarının en alçağı değilse de, en tehlikelisidir”
diyen Robespierre daha sonra Danton’un vatana ihanet suçlamasıyla tutuklanmasını
sağladı. Yargılamanın ardından Danton idam edildi. Robespierre kendisine karşı
olan tüm siyasi partileri, dernekleri ve gazeteleri kapattı. On aylık
iktidarında 20 bin kişi idam edildi, 300 bin kişi tutuklandı. Ne var ki Danton’un ölümü Robespierre’in de sonunu başlatan önemli
bir dönüm noktası olacaktı. Herkes anlamıştı ki Robespierre Danton’u dahi
giyotine gönderebilecek kadar canavarlaşmıştı. Robespierre artık güç kaybetmeye
başlamıştı. 26 Temmuz’da meclisteki muhalefet, Robespierre’in karşısında beraber
hareket etti. Robespierre, mecliste, terör uygulamak ile suçlanarak idama mahkum edildi. 28 Temmuz 1793’te suç
ortağı olan yirmi arkadaşının idamını izledikten sonra kendisi de idam edildi.
Terör sözcüğünün geçmişteki kullanımına baktığımızda, dikkat çeken nokta, terörle uygulanan korku
politikasının halkın direnişini kırmaya yönelik olması gerekliliği. Fransız
Devrimi sonrasında, terör sözcüğünün daha çok devlet kaynaklı olarak düşünülmesi beklenirken, bugün her ülkenin kendisine karşı olan topluluklar için terörist sıfatını kullanması bir kavram kargaşası yarattı.
Dünyadaki pek çok ülke, kendisine karşı girişilen her silahlı eylemi terörist
eylem olarak nitelendiriyor. Bu niteleme, basit bir savunma refleksinin
ötesinde, halkın bu gruplara ilgi duymasını engellemenin de bir yöntemi olarak
kullanılıyor. Terörist olarak nitelenen bir oluşumu destekleyen kişiler,
dolaylı olarak insanların öldürülmesini de desteklemiş olacaklarından, bu
sıfata sahip bir topluluğun sözlerini tartışmak veya düşüncelerini analiz etmek
bile mümkün olmuyor. Sizden beklenen tek tepki, kayıtsız şartsız bu topluluğu
karalamak, bunların hiçbir yazısını okumamak, yaymamak ve tartışmamak.
Ben mutlak anlamda,
hiçbir zaman devlet aklına güvenmedim. Şiddete karşı olmak için bu türden
etiketlerin arkasına saklanan karanlık, tartışılmayan, tek doğruya sahip
anlayışların uydusu olmayı da doğru bulmuyorum. Şiddete karşı çıkmamız için
gösterilen tek doğru yolun, aslında ‘terörist’ diye yaftalanan olaylardan çok
daha kanlı olayları karşımıza başarı diye getirebileceğine tanık oldum. Bir
silahlı grubu, ne dediğini bile dinlemeden insanlık düşmanı ilan ederken, diğer
bir silahlı grup olan devlet güçlerine tam destek vermek, aslında şiddete karşı
olmak anlamına gelmiyor. “Devlet güçleriyle,
diğer silahlı grupları bir mi tutuyorsun?” diyenler olacaktır. Onlar
için küçük bir beyin jimnastiği: Yukarıdaki görüşü, İsrail Devletiyle Hamas
Örgütünün çatışması ekseninde tartışınız.
Devlet güçleri, güvenlik gerekçeleriyle kimi eylemleri sahiplenirken, kimi eylemleriyse saptırarak halka farklı gösterme konusunda artık uzmanlaşmış. Süleyman Demirel'in "Bana sağcılar cinayet işliyor dedirtemezsiniz" sözü bunun en güzel örneği. Devlet güçleri “bir taşla iki kuş vurmak denebilecek” özel bir yeteneğe de sahip: Kendi yaptıkları şiddet eylemlerini başkalarının sırtına yüklemekten söz ediyorum. 6-7 Eylül olaylarını komünistlere, 1 Mayıs katliamını sol gruplar arasındaki çatışmaya, Maraş katliamını sol örgütlere, Madımak katliamını Aziz Nesin’e, Ali İsmail Korkmaz’ın öldürülmesini kendi arkadaşlarınca dövülmesine bağladınız mı, hem katili yakalama işinden sıyırıyorsunuz, hem de halkın hesap sormasını engellemiş oluyorsunuz. Şiddete karşı olduğunu söyleyen insanlara ise artık hiç inanmıyorum. Konuşmalarında, kafalarını ezdik, leşlerini bulduk, soylarını kuruttuk, geberttik gibi sözcükler kullanan bir kişi sizce şiddete karşı olabilir mi? Bu kadar nefret sözcüğü kullanan birisinin, şiddet karşıtı olduğuna siz inanabilir misiniz?
Devlet güçleri, güvenlik gerekçeleriyle kimi eylemleri sahiplenirken, kimi eylemleriyse saptırarak halka farklı gösterme konusunda artık uzmanlaşmış. Süleyman Demirel'in "Bana sağcılar cinayet işliyor dedirtemezsiniz" sözü bunun en güzel örneği. Devlet güçleri “bir taşla iki kuş vurmak denebilecek” özel bir yeteneğe de sahip: Kendi yaptıkları şiddet eylemlerini başkalarının sırtına yüklemekten söz ediyorum. 6-7 Eylül olaylarını komünistlere, 1 Mayıs katliamını sol gruplar arasındaki çatışmaya, Maraş katliamını sol örgütlere, Madımak katliamını Aziz Nesin’e, Ali İsmail Korkmaz’ın öldürülmesini kendi arkadaşlarınca dövülmesine bağladınız mı, hem katili yakalama işinden sıyırıyorsunuz, hem de halkın hesap sormasını engellemiş oluyorsunuz. Şiddete karşı olduğunu söyleyen insanlara ise artık hiç inanmıyorum. Konuşmalarında, kafalarını ezdik, leşlerini bulduk, soylarını kuruttuk, geberttik gibi sözcükler kullanan bir kişi sizce şiddete karşı olabilir mi? Bu kadar nefret sözcüğü kullanan birisinin, şiddet karşıtı olduğuna siz inanabilir misiniz?
Her devletin, kendisine
karşı girişilen silahlı eylemi terör sınıfına sokma eğiliminde olduğunu söylemiştim. Ne var ki bu eğilim, ülkelerin bir fikir birliği içinde olduğunu da göstermiyor. İsrail, Hamas’a
terör örgütü derken, Türkiye Hamas’ı Filistin mücadelesinin sahibi olarak
görüyor. Aynı şekilde Türkiye’nin terörist olarak nitelediği ASALA ve PKK bazı
başka devletler tarafından terör örgütü olarak kabul edilmiyor. Aşağıdaki
linkte yer alan listeden terörist örgütler konusunda ülkeler arasında bir fikir
birliği olmadığını kolaylıkla görebilirsiniz:
Terörizm konusunda
uluslararası örnekler üzerinde rahatlıkla konuşabilirsiniz ancak konu kendi
topraklarınıza geldiğinde iş değişir. Yakınını kaybetmiş insanlar, aileden
gelen eğilimler, devlet tarafından öğretilenler bir araya gelince görüşlerinizi açıklamak zorlaşır. Ben şimdi, bu tehlikeli alana girip
Türkiye’den örnekler vereceğim. Devlet kimlere terörist der? Devlet kendi
görüşüne uygun silahlı gruplara kahraman, karşıt gruplara ise terörist der.
Örnekler:
- Mustafa Kemal için verilen idam
fermanı: “Kuvayı
Milliye adı altında çıkardıkları fitne ve fesatla, anayasaya aykırı olarak
halktan zorla para toplamak, asker almak, bunun aksine hareket edenlere
işkence ve eziyet ederek şehirleri yakıp yıkmaya kalkışmak suretiyle iç
güvenliği bozanların tertipçisi oldukları iddiasıyla haklarında dava
açılan, Üçüncü Ordu Müfettişliğinden alınarak askerlik mesleğinden
çıkartılmış bulunan Selanikli Mustafa Kemal Efendi, Eski yirmi yedinci
fırka kumandanı miralaylıktan emekli İstanbullu Kara Vasıf Bey, Eski
yirminci kolordu kumandanı Mirliva Salacaklı Fuat Paşa ile Eski Washington
elçisi ve Ankara milletvekili Midillili Alfred Rüstem ve sıhhiye eski
müdürü İstanbullu Doktor Adnan Bey ile Üniversite Batı Edebiyatı eski
öğretmeni Halide Edip Hanımın, ayrıntıları 11 Mayıs 1336 (1920) tarihli ve
20 numaralı karar tutanağında yazılı olduğu üzre, Mülkiye Ceza Kanunu’nun
kırk beşinci maddesinin birinci fıkrası delaletiyle elli beşinci
maddesinin dördüncü fıkrası ve elli altıncı maddesi uyarınca, sahip
oldukları askeri ve mülki rütbe ve nişanlarla, her türlü resmi unvanlarının kaldırılmasına ve idamlarına, halen firarda bulunmaları
dolayısıyla kanun hükümleri gereğince mallarının haczedilerek, usulüne
göre idare ettirilmesine dair İstanbul bir numaralı sıkıyönetim mahkemesi
tarafından gıyaben verilen hüküm ve karar, ele geçirildiklerinde tekrar
yargılanmak üzere tasdik edilmiştir.
Bu Padişah Buyruğu’nu yürütmeye
Harbiye Nazırı görevlisidir.
24 Mayıs 1336 (1920)
Sadrazam ve Harbiye Nazırı Vekili Damad Ferid
Mehmet Vahidüddin
(ONAY) (3)
- Egemen Bağış: Gezi eylemcileri terör örgütü mensubu olarak değerlendirilecektir: AHaber’e telefonla bağlantı yapan Avrupa Birliği ve Başmüzakareci Egemen Bağış, eylemlerin amacının Gezi Parkı’ndaki inşaatın durması olduğunu söyleyerek, şöyle devam etti: “Bu saatten sonra yapılan eylem sadece ülkenin birlik ve beraberliğini bozmak isteyen, vandalizmi, terörizmi öncelikli konu haline getirmeye çalışan bir takım bölücü örgütlerin ekmeğine yağ sürecektir. Ben özellikle bu eylemlere bugün destek veren tüm vatandaşlarımızdan rica ediyorum. Lütfen evlerine dönsünler. Şu saatten sonra orada bulunan her kişiyi devlet maalesef terör örgütünün mensubu olarak değerlendirmek zorunda kalacaktır." (4)
- Tokat’ın Zile ilçesinde HES’i protesto eden köylüler AKP’li Belediye Başkanı Lütfi Vidinel tarafından ‘terörist’ ilan edildi: Başkan Vidinel, protesto sırasında camları kırılan otobüsü belediye binası önüne çekip üzerine astığı pankartta köylüleri kaos çıkarmakla suçlayarak, "Gelişmemizi istemeyen, bölgemizde kaos oluşturmak isteyen saldırılar huzur, barış ve kardeşlik ortamımızı bozamayacaktır. Zile halkı terörizme asla geçit vermeyecektir. Yaptıklarının hesabını vereceklerdir" dedi. (5)
- Gerze’de toprağı, suyu, ağacı bahane eden teröristlere karşı mücadele eden kahraman polisimiz:
Peki ya devletin kahramanları
kimler?
- Abdullah Çatlı: Ülkücü, uyuşturucu kaçakçısı, derin devlet ajanı ve kontrgerilla mensubu olarak dönemin başbakanı Tansu Çiller ile iki kez görüşmüş ve PKK ile mücadele konusunda görüşleri sorularak Çiller tarafından not alınmıştır. (5)
- Ogün Samast: Gazeteci Hrant Dink’in katili.
Bu örnekleri
beğenmemiş olabilirsiniz. Burada vurgulamak istediğim, devletin terörist
dediğine de kahraman dediğine de kuşkuyla yaklaşmak gerekliliği. Az önceki örneğimize dönersek, kendi görüşüne uygun olduğunda “Bu gençler
vatan savunması yapıyorlar. Bana sağcılar suç işliyor dedirtemezsiniz.” diyen
Süleyman Demirel, Deniz Gezmiş ve arkadaşları söz konusu olduğunda gençlerin
asılması için elini tereddütsüz havaya kaldırabilmişti.
Sanırım yukarıdaki örnekler, devletin terör tanımlaması konusunda güvenilmez olduğunu göstermek
için yeterli olmuştur. İktidar sahipleri
iktidarlarını tehlikeye atacağını düşündükleri tüm karşıt oluşumlara ‘vatan haini’, ‘terörist’,
‘ırz düşmanı’, ‘komünist’ gibi sıfatlar takıyorlar. Eğer karşı görüştekiler
kadınsa otomatikman ‘orospu’ sıfatını da kazanıyorlar. Bu adamlar öylesine
öngörüsüz ki, örgütlere halkın katılımını engellemek için söylenen, kadınların
örgütlerde seks kölesi gibi kullanıldığı savı, cinsel açlık yaşayan halkta
çekici bir unsur olarak bile algılanabiliyor. Eğer bir gün, bu karşıt örgütler
mücadelelerini kazanırlarsa vatan hainliğinden kahramanlığa terfi ediyor, bu
sefer de bir önceki iktidarın sahiplerini ‘vatan hainliği’ ile suçluyorlar.
1920’de padişah Vahdettin tarafından vatan haini ilan edilen Mustafa Kemal ve arkadaşları,
ulusal savaştan zaferle çıkınca, Vahdettin’i vatan haini ilan ediyor. Bu iki
olayın arasındaki süreyse en fazla iki yıl.
Elbette, Mustafa
Kemal’in vatana ihanet ettiği görüşü, bugün üstünde konuşmaya değer bir görüş
değil. Ancak ben, Vahdettin’i de ‘vatan haini’ olarak görmenin doğru bir
yaklaşım olmadığını düşünüyorum. Elimizde yalnızca ‘kahraman’ ve ‘vatan haini’
olarak iki etiketimiz olsa belki bu durum anlayışla karşılanabilirdi ancak
böylesine çok uluslu, çok yönlü tarihsel bir olayı bu iki etiketle analiz etmek,
bizi sığ düşünmekten öte bir yere götürmez. Her eylem, her örgüt,
her mücadele ve her lider farklı savlar, farklı insanlar, farklı düşünceler
demek. Silahlı veya silahsız, devlet eliyle ya da sivil, bu etiketleme
alışkanlığı soru sormayı, düşünmeyi, analiz etmeyi engelliyor. Zaten istenen de
bu değil mi? Bir kitap okusan, teröristin kitabını okumuş, bir sözü yazsan terörizmin
borazanlığını üstlenmiş oluyorsun. Düşüncesine güvenen kişi, karşısındakiler
terörist olsa bile neden bu kişilerin düşüncelerini açıklamasına izin vermez anlamıyorum. Sağduyu sahibi bir halk, teröristlerin peşine takılacak değil ya.
Bu etiketleme ve kesin
yargılarda bulunma alışkanlığı ara renkleri görmemizi de engelliyor. Kahramanlık
ile vatan hainliği arasına sıkışan zihinlerde görülen genel karmaşıklık ise şu
şekilde cereyan ediyor:
- Yahu bu adam güzel konuşuyor, keşke terörist olmasaydı, herhalde aklı başında birileri yazıp bu katilin eline veriyor, o da okuyor.
- Kahraman dediğimiz adam bir kadına tecavüz mü etmiş, mümkün değil, o yapmaz, üstüne atmışlardır.
Aşağıdaki iki örnek de
kafaları biraz daha karıştırmak için:
- ASALA’nın Esenboğa Baskını: Devlet organlarının ve gazetelerin yazdığına göre, “ASALA’nın Esenboğa’daki silahlı eylemini gerçekleştiren içinde Zohrab Sarkisyan ve Levon Ekmekçiyan'ın da bulunduğu üç terörist "Sizden yirmi beş kişinin ölmesi ne fark eder. Bizden bir milyon kişi öldü." diyerek halkın üzerine ateş açmıştı. Daha sonra üç teröristten birisinin, aslında terörist sanılarak güvenlik güçlerince üzerine kurşun yağdırılan Sıtkı Bekir Sencer olduğu belirlenmişti. Bu bilgi bile eylemin gazetelerin yazdığı gibi olmadığı konusunda kuşkular uyandırdı. Eylemci Levon Ekmekçiyan, aynı zamanda Kenan Evren’in ünlü “asmayalım da besleyelim mi?” sözünün muhatabı. Yakalandıktan sonra ağır işkence altında, önüne uzatılan her metni televizyonlarda okusa da asılmaktan kurtulamayan Ekmekçiyan’ın ve baskında öldürülen Sarkisyan’ın başına gelenler gerçekten anlatıldığı gibi miydi? Başka kaynaklarda olayın şu şekilde gerçekleştiği anlatılıyor: “ASALA tarafından Ankara'da gerçekleştirilmesi planlanan askeri eylemin sadece tek bir hedefi vardı ve bu hedef askeri cuntanın o dönemdeki başbakanı, kendisi de ordunun emekli generallerinden biri olan Bülent Ulusu'dan başkası değildi. Eylem, Etimesgut askeri havaalanına inecek olan uçaktan şehre gidilecek yol güzergâhında mevzilenen iki ayrı birim tarafından otomobil konvoyuna saldırı gerçekleştirmek üzere planlandığı halde, hiç hesapta olmayan bir nedenle son dakikada zorunlu bir değişikliğe uğramıştı. Bülent Ulusu'nun uçağının Etimesgut yerine Esenboğa'ya ineceğiyle ilgili bilgiyi geç edinenler, acilen oraya hareket etmiş, ama Esenboğa'ya vardıklarında, Ulusu'nun havaalanından uzaklaşmış olduğuyla ilgili bilgiden yoksun kalmışlardı. İki gruptan biri, havalimanının otoyol araçları çıkışında bekleyip, diğer birimdekiler hiç tanımadıkları havaalanında uçak pistine giden yönü aramaya çalışırlarken, onlardan birinin havaalanı güvenlik görevlilerince, omuzladığı içi silah dolu ağır çantasının şüphe uyandırması üzerine kontrole tabi tutulmak istendiğini gören diğer arkadaşının silahını çekip havaya ateşlemesiyle, yakınlarındaki yolcu salonuna doğru koşup kalabalığa karışarak bulundukları salonun iki girişine yakın durup olası saldırıya karşı mevzilenebilmek için de birbirlerinden ayrılmak zorunda kalmışlardı. Eylemcilerden Zohrab Sarkisyan yolcu salonunda bulunan yüzlerce insana yönelttiği sözlerinde "Biz sizin ASALA olarak duyduğunuz Ermenistan'ın Kurtuluşu için Ermeni Gizli Ordusu'nun neferleriyiz. Politik amaçlı askeri bir eylemde bulunmak için Ankara'da bulunuyoruz ve az sonra burayı kuşatma altına alarak, kan gölüne çevirmeye hazırlanan asker ve polis güçleriyle son kurşunumuza kadar çarpışarak ölmeye adayız. Ancak, hükümetleriniz tarafından size sunulduğu gibi gözü dönmüş caniler olmadığımızı bilmenizi istiyoruz. Biz, memleketi işgal altında bulunan bir halkın çocuklarıyız ve hedefimiz sadece Türk devletini temsil eden odaklara düzenlediğimiz saldırılarla, dünya ve insanlığın çığlığımızı duymasını istiyoruz. Batı Ermenistan'ı işgal eden Türk devleti düşmanımızdır, ama bu topraklarda yaşayan halklara karşı kesinlikle kin gütmüyoruz. Şu an, yanımızda burayı patlatıp, yok etmeye yetecek kadar cephane olduğu halde, masum halktan tek bir insana dahi zarar gelmesini istemediğimizin şahidi olacaksınız. Sizleri rehin alarak buradan özgürce uzaklaşmak için pazarlık malzemesi yapmayı bile düşünmediğimiz halde, canlarınızın vatandaşı olduğunuz devlet tarafından hiçbir kıymete değer bulunmadığını birazdan anlayacaksınız. O nedenle de burayı acilen terk edin ki kör kurşuna kurban giderek, devletinizin ASALA hakkında anlattığı yalanlara alet edilmeyesiniz."(7) Bu anlatılanlardan hangisi doğru derseniz, ben ikisinin de yanlı olduğunu düşünüyorum. Ancak iki görüşü birden dinlemenin olay hakkında daha derinlemesine bilgi sahibi olmamı sağladığını, en azından daha çok soru soracak bilgiye ulaşıp her anlatılana inanmayacak kadar fikir sahibi olduğumu söyleyebilirim. Eğer üç ya da dört farklı görüş olsaydı bakış açım daha da genişleyebilirdi.
- Nelson Mandela’yı 1993’te Nobel Barış Ödülünü kazanmış, Güney Afrika’da ayrımcılığa karşı mücadelenin öncüsü, ilk siyah devlet başkanı olarak biliyoruz. Irkçılığa karşı savaşının yanında, diğer eşitsizliklere karşı da mücadele ederek dünyadaki tüm ezilenlerin sevgisini kazanan Mandela aynı zamanda bir silahlı eylem yanlısıydı. 2008’e kadar ABD’nin terörist izleme listesinde kalan Mandela, ilk yıllarında silahlı eylemlere katılmasa da daha sonraki yıllarda kurduğu Umkhonto we Sizwe adlı örgütüyle Güney Afrika’da çok sayıda kanlı eylem gerçekleştirdi. Mandela 1962 yılında tutuklanıp ömür boyu hapse mahkum edildi. US adlı örgüt ise sahilde yer alan bir barın bombalanmasından, alışveriş merkezindeki bir çöp kovasına bomba yerleştirerek masum insanların öldürülmesine varan eylemler yaptı. US örgütü, hedefindeki insanlara işkence eden, eylemlerinde yüze yakın masum insanın ölmesine neden olan, şiddet yanlısı bir örgüttü. Mandela, US örgütünün silah bırakması ve kendisinin silahlı eylemleri kınaması yönünde Uluslararası Af Örgütü tarafından kendisine yapılan çağrıları hep karşılıksız bıraktı. US, ancak Mandela özgür kalıp devlet başkanı seçildikten sonra kanlı eylemlerinden vazgeçti. Mücadelesinde kendisine ettiği yardımlardan ötürü torununa Kaddafi adını veren Mandela, ölene dek Libya’daki baskıcı rejimi görmezden gelmişti. (8) Şimdi ne yapmalıyız? Mandela yüz kişinin ölmesine neden oldu ama milyonları özgürleştirdi, o nedenle (milyon yüzden büyük olduğu için) kahramandır mı diyeceğiz, yoksa masum insanları öldüren eylemlerin sahibinden ne kahraman ne de insan hakları önderi olur mu diyeceğiz? Görüyorsunuz; renkleri siyah ve beyaz olarak ikiye ayırdığımızda tıkanıp kalıyoruz. Olayları etiketleme merakımızdan vazgeçip, tarafsız olarak bakabilsek, belki de bu mücadele içinde hatalar yapıldığını, bunların bağışlanacak hatalar olmadığını ancak ayrımcılık karşıtı hareketin dünyanın en önemli, en onurlu, en büyük hareketlerinden birisi olduğunu ve Nobel Barış Ödülünü alan kişiler içinde belki de bu ödülü en çok hak eden kişinin Mandela olduğunu söyleyebiliriz. Eğer bu bir çelişkiyse, insanlar şu soruyu da kendilerine sormalılar: Ayrımcılık karşıtı hareketi, Kaddafi gibi bir diktatörün parasal yardımını almadan, ellerinde balonlar ve omuzlarında güvercinlerle örgütleyen insan hakları temsilcileri, neden başarılı olamadılar. Bir mücadeleyi silahlı eylem sınırına getiren koşullar, yalnızca liderlerin şiddet merakı mıdır, yoksa karşı tarafın uzlaşmaz tavrının da bir etkisi olabilir mi? Devletlerin barışçıl eylemlerle gündeme gelen talepleri sürekli olarak göz ardı etmesi, silahlı eylemleri tetikliyor olabilir mi?
Bitirmeden önce, yazıyı başladığım konuya getirmek istiyorum. Eğer doğru
yerde kullanmak istiyorsak, 'terör' sözcüğünü daha çok halka karşı olarak ve devlet tarafından
yapılan, korku salmaya yönelik şiddet eylemleri için kullanmamız gerekli.
“Devlet terörü” deyimi, sözcüğün kökeninde ve tarihinde yer alan bir bilginin
yinelemesi olacağından bence çok da doğru değil. Terör dendiğinde, sözcüğün ilk
kez kullanıldığı Fransız Devrimi yıllarındaki gibi devlet güçlerinin halka
uyguladığı baskı akla gelmeli. Devlete karşı uygulanan şiddet eylemleri için
terör sözcüğünü kullanırsak, her ülke bir başka ülkenin tanımına karşı çıkacak,
sözcük -şimdi olduğu gibi- gerçek anlamının dışında kalacaktır.
Bana sorarsanız,
‘terör’ kavramını devlet organlarının istediği biçimde, yani devlete karşı girişilen eylemler için kullanmak, devlet
baskısına karşı mücadele eden grupların karşısında ve devletin uyguladığı
baskıların yanında olmak anlamına geliyor. Devletin ‘terörist’ dediği gruplara
‘terörist’ dememek ise bu grupların yaptığı kanlı eylemleri savunmak anlamına
gelmiyor. Devletin düşünce sistemimiz üzerindeki baskısını hafifletmek
istiyorsak, devlet terminolojisinin dışına çıkmak ve sözcükleri istediğimiz
gibi, serbestçe kullanabileceğimiz bir özgürlük alanı yaratmak zorundayız.
Son sözü -devlet
organlarının ifadesiyle- ünlü bir ‘vatan haini’ne bırakalım:
Vatan Haini
"Nazım Hikmet vatan
hainliğine devam ediyor hala,
Amerikan
emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet
Nazım Hikmet vatan
hainliğine devam ediyor hala."
Bir Ankara gazesinde
çıktı bunlar, üç sütun üstüne,
kapkara haykıran
puntularla,
bir Ankara
gazetesinde, fotoğrafı yanında Amiral Vilyamson'un
66 santimetre karede
gülüyor, ağzı kulaklarında,
Amerikan amirali
Amerika, bütçemize 120
milyon lira hibe etti,120 milyon lira.
"Amerikan
emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet
Nazım Hikmet vatan
hainliğine devam ediyor hala."
Evet, vatan hainiyim,
siz vatanperversiniz, siz yurtseversiniz,
ben yurt
hainiyim, ben vatan hainiyim
Vatan
çiftliklerinizse,
kasalarınızın ve çek
defterlerinizin içindekilerse vatan,
vatan, şose boylarında
gebermekse açlıktan,
vatan, soğukta it gibi
titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,
fabrikalarınızda al
kanımızı içmekse vatan,
vatan tırnaklarıysa
ağalarınızın,
vatan, mızraklı ilmühalse,
vatan, polis copuysa,
ödeneklerinizse,
maaşlarınızsa vatan,
vatan, Amerikan
üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa
vatan, kurtulmamaksa
kokmuş karanlığımızdan,
ben vatan
hainiyim.
Yazın üç sütun üstüne
kapkara haykıran puntolarla:
Nazım Hikmet vatan
hainliğine devam ediyor hala.
Nazım Hikmet
Kaynakça:
1-Vikipedi, Terörizm,
http://tr.wikipedia.org/wiki/Ter%C3%B6rizm, Erişim Tarihi: 13.04.2015
2-Ömer Aymalı, Bir
terörist tip: Maximilien Robespierre - Dünya Bülteni (28.07.2011), http://www.dunyabulteni.net/haber/168462/bir-terorist-tip-maximilien-robespierre,
Erişim Tarihi: 13.04.2015
3-Viki Kaynak, Atatürk
hakkında Vahdettin tarafından verilen idam fermanı, http://tr.wikisource.org/wiki/Atat%C3%BCrk_hakk%C4%B1nda_Vahdettin_taraf%C4%B1ndan_verilen_idam_ferman%C4%B1,
Erişim Tarihi: 13.04.2015
4-Habertürk,
16.06.2013, http://www.haberturk.com/gundem/haber/852800-bu-saatten-sonra-taksimdeki-herkes-terorist,
Erişim Tarihi: 13.04.2015
5-Vikipedi, Abdullah
Çatlı, http://tr.wikipedia.org/wiki/Abdullah_%C3%87atl%C4%B1,
Erişim Tarihi: 13.04.2015
6-Vikipedi, Terör
örgütü olarak tanımlanmış örgütler listesi, http://tr.wikipedia.org/wiki/Ter%C3%B6r_%C3%B6rg%C3%BCt%C3%BC_olarak_tan%C4%B1mlanm%C4%B1%C5%9F_%C3%B6rg%C3%BCtler_listesi,
Erişim Tarihi: 13.04.2015
7-Sarkis Hatspanian:
"Unutulan" Adam: Levon Ekmekçıyan, http://hayastaninfo.net/sarkis-hatspanian/4827-levon-ekmekciyan-asala-12-eyluel-ve-turk-solu,
Erişim Tarihi: 13.04.2015
8-Vikipedi, Nelson
Mandela, http://tr.wikipedia.org/wiki/Nelson_Mandela, Erişim Tarihi: 13.04.2015
9-Kollektifler, Türkiye'den
Şiddet Görüntüleri, http://www.kolektifler.net/2013/06/turkiyeden-siddet-goruntuleri,
Erişim Tarihi: 13.04.2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder