Ümraniye sahnesinde
izlediğim Sırça Hayvan Koleksiyonu (1), İstanbul
Şehir Tiyatrolarının 2014-2015 sezonundaki yeni oyunlardan birisi. Yıldırım Fikret Urağ’ın yönettiği Tennessee Williams’ın ‘The Glass
Menagerie’ adlı ünlü oyunu, büyük buhran sonrasında, ekonomik zorluklarla
boğuşan bir aileyi anlatıyor. Çevirinin, Aytuğ
İzat’a ait olduğu oyunda yönetmen yardımcıları ise Sevinç Erbulak, Hüseyin
Tuncel, Alp Tuğhan Taş ve Yağmur Damcıoğlu.
Tennessee Williams, bu
oyun için ’memory play’ tanımlamasını yapıyor. Oyunun hem içinde hem de dışında
olan Tom, kimi zaman sahneye girip karakterini canladırıyor, kimi zaman da
izleyicilerin arasında bir anlatıcı oluyor. Tom, ilk sahnede, bu oyunun, anıların
izinde, hafifçe karanlık, duygusal ve gerçek dışı bir oyun olduğunu söylüyor. Buradaki 'gerçek dışı' kavramını biraz açmakta yarar var. Tennessee Wlliams’ın gerçek dışı
tanımı, oyundaki anıların bazı ayrıntıları öne çıkarması, bazılarını ise
görmezden gelmesiyle ilgili. Belki Tom’un söz ettiği loşluk, yani ışığın biraz
hafif olması, gerçekten bazı anıların belirsiz birer gölge gibi oyundaki karakterlerin
üzerini örtmesine neden oluyor ancak bana sorarsanız oyun yaşam kavgası,
karakterler ve aile içi ilişkiler açısından ayağını yere basan bir oyun. Her
kurmaca yapıt gibi yaşamın bire bir kopyası değil. Belki daha şiirsel, biraz
daha lirik ve daha karanlık. Tennessee Williams’ın kendi yaşamından da kesitler
taşıyan bu oyun, 1930’ların Amerikasındaki ekonomik zorluklarla boğuşan orta
sınıf bir aileyi yansıtması açısından son derece gerçekçi bir arka plana sahip.
Tennessee Williams’ın gerçek adı olan Thomas ile oyundaki karakterin adı Tom;
Williams’ın şizofreni hastası olan kız kardeşi Rose ile oyundaki kırılgan,
sakat kız kardeş Laura, oyundaki otobiyografik öğelerden en öne çıkanları.
Sırça Hayvan
Koleksiyonu sahnede bir sinema gibi perdenin de kullanıldığı ve zaman zaman
bazı kişilerin, motiflerin, simgelerin bu perdeye yansıtılarak vurgulandığı
farklı bir boyuta sahip. Bildiğim kadarıyla oyun ilk sahnelendiğinde bu yöntem
kullanılmamış ve Tenessee Williams da buna itiraz etmemiş. Daha sonrakilerde de
yönetmenin seçimine göre, perde zaman zaman kullanılsa da çoğu yönetmen perdeye
yansıtılan görüntünün oyuna katkısı olmayacağını düşünmüş olmalı ki perdeyi hiç
kullanmamış. Kullanıldığı zamanlarda ise perde, genel olarak sahnenin arkasında
duran ve oyundaki anlatımı destekleyecek simgelerin perdeye yansıtılmasını
sağlayan ikincil bir işleve sahip. Laura’nın
kırılganlığını simgeleyen camdan hayvanlar, Tom’un uzaklara gitme düşünü
simgeleyen yangın çıkışı, gerçek yaşamdaki Tom’un kız kardeşi Rose’u anımsatan
Mavi Gül (Blue Rose) oyunda kullanılan simgelerden bazıları.
Yönetmen Yıldırım Fikret Urağ, belki de biraz risk alarak, oyuna farklı bir boyut getiren bir seçim yapmış. Çoğu yönetmenin arkada veya tümüyle dışarıda bıraktığı perde, Urağ’ın yönetmenliğinde neredeyse tüm sahneyi kaplayacak kadar büyük ve sahnenin de önünde. Perdeyi oyunun önüne ve içine almak nasıl olabilir derseniz bunu oyunda görmelisiniz. Yalnızca şu kadarını söylemekle yetineyim, tiyatro ve sinemanın iç içe geçtiği, canlı bir sinema performansı gibi düşünebilirsiniz. Işık öylesine güzel kullanılmış ki, perde-sahne geçişleri, bir yapım sonrası işleminden (post prodüksiyon) geçmişçesine kusursuz. Oyuncular sinema perdesine girip, sahneden çıkıyor, ışıklar kimi zaman perdeyi, kimi zaman tüm derinliğiyle sahneyi kuşatıyor. Kuşkusuz, bir kaçış simgesi olarak, yangın çıkışından çok daha etkili bir iz bırakıyor Tom'un sinema tutkusunun sahnedeki perdeye yansıtılması. Bu görsel şölen öylesine abartısız ve doğallıkla sunuluyor ki, koltuğunuzda büyülenip kalıyorsunuz. Işık dengesi inanılmaz. Mumlar yandığında, sanki o son mum yanmasa, karanlıkta kalacakmış gibi hissediyorsunuz sahneyi. Işıklar, ‘loş’ sözcüğünü sanatsal olarak ifade etmek için tasarlanmış gibi. Oyun bittiğinde birer fotoğraf karesi gibi, tüm sahneler belleğinizde kalsın istiyorsunuz. Oyunda, sahne ve ışık tasarımını yapan Cem Yılmazer’in emeği çok büyük. Kostüm tasarımı ile Nihal Kaplangı da sizi 1930’lara götürüyor.
Yönetmen Yıldırım Fikret Urağ, belki de biraz risk alarak, oyuna farklı bir boyut getiren bir seçim yapmış. Çoğu yönetmenin arkada veya tümüyle dışarıda bıraktığı perde, Urağ’ın yönetmenliğinde neredeyse tüm sahneyi kaplayacak kadar büyük ve sahnenin de önünde. Perdeyi oyunun önüne ve içine almak nasıl olabilir derseniz bunu oyunda görmelisiniz. Yalnızca şu kadarını söylemekle yetineyim, tiyatro ve sinemanın iç içe geçtiği, canlı bir sinema performansı gibi düşünebilirsiniz. Işık öylesine güzel kullanılmış ki, perde-sahne geçişleri, bir yapım sonrası işleminden (post prodüksiyon) geçmişçesine kusursuz. Oyuncular sinema perdesine girip, sahneden çıkıyor, ışıklar kimi zaman perdeyi, kimi zaman tüm derinliğiyle sahneyi kuşatıyor. Kuşkusuz, bir kaçış simgesi olarak, yangın çıkışından çok daha etkili bir iz bırakıyor Tom'un sinema tutkusunun sahnedeki perdeye yansıtılması. Bu görsel şölen öylesine abartısız ve doğallıkla sunuluyor ki, koltuğunuzda büyülenip kalıyorsunuz. Işık dengesi inanılmaz. Mumlar yandığında, sanki o son mum yanmasa, karanlıkta kalacakmış gibi hissediyorsunuz sahneyi. Işıklar, ‘loş’ sözcüğünü sanatsal olarak ifade etmek için tasarlanmış gibi. Oyun bittiğinde birer fotoğraf karesi gibi, tüm sahneler belleğinizde kalsın istiyorsunuz. Oyunda, sahne ve ışık tasarımını yapan Cem Yılmazer’in emeği çok büyük. Kostüm tasarımı ile Nihal Kaplangı da sizi 1930’lara götürüyor.
Oyunculara gelecek
olursak, Tom’u oynayan Edip Tepeli,
Amanda’yı oynayan Sevil Akı, Jim’i
oynayan Tanju Girişgen ve Laura’yı
oynayan Ayşecan Tatari rollerinde
çok başarılılar. Ortak nokta olarak oyunculuklar öylesine doğal ki, burada da
yönetmenin bir yönlendirmesi veya seçimi var havası uyanıyor. Edip Tepeli’nin yere
düştüğü birkaç sahnede, ben bir yerine bir şey olacak diye korktum. Ayşecan
Tatari, Laura’nın ürkek, kırılgan, içe dönük dünyasını o kadar güzel yansıtıyor
ki, oyunun belki de en can alıcı noktaları onun oyunculuğunda doruklara çıkıyor.
Yıldırım Fikret Urağ, İstanbul
Şehir Tiyatroları için çok büyük bir şans. Onun yönetmenliğinde tiyatronun bir
ekip işi olduğuna bir kez daha ikna oldum. Ne yapıp edin, bu oyunu görün. Eğer
sinemayla, fotoğrafla, ışıkla ilgileniyorsanız ya da görsel sanatlara merakınız
varsa hiç kaçırmayın. Evrensel bir dile, inanılmaz bir görselliğe, çok iyi
oyunculuklara ve sanki -gücünün farkında olmayan- tuhaf bir sadeliğe sahip,
Sırça Hayvan Koleksiyonu.
Kaynakça:
1-İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları, Sırça Hayvan
Koleksiyonu,
http://www.ibb.gov.tr/sites/sehirtiyatrolari/tr-tr/sayfalar/Oyun.aspx?oyunid=443,
Erişim Tarihi: 22.03.2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder