Öncelikle şunu belirtmeliyim ki mimari açıdan şehre anlam ve güzellik
katan ibadet yerleri bu yazının kapsamı dışında kalıyor. İsterseniz, yazıya başlarken bu
türden birkaç örneğe göz atalım.
Benim sorguladığım yapılar, yukarıdakiler gibi bir mimari yaklaşımla inşa edilmemiş
olan, çarpık yapılaşmanın içinde bir beton yığınına dönüşmüş ibadet alanları.
En son örneklerinden birisi için Ataşehir’de, plazaların arasında boğulmuş, Mimar Sinan Camisi’ne bakabiliriz. Böylesine bir çirkinlik
abidesine Mimar Sinan adını vermek de zevksizliğin, bilgisizliğin, estetik
yoksunluğunun doruk noktası olsa gerek.
Mimar Sinan Camisi (İstanbul-Ataşehir)
Şimdi asıl konumuza dönelim. Mimari açıdan şehre güzellik katan birkaç
örneği bırakırsak, ibadet amaçlı bu yapıların iç bölümleri aslında bir ev ya da büyükçe bir
salon gibi. Bazı düzenlemeler yapılarak, bu yapıların barınma, yeme-içme, spor,
okuma-yazma, müzik yapma gibi gereksinimlere yanıt vermesi kolayca sağlanabilir.
İnananların Tanrıya dua etmek için bu beton yığınlarına neden
gereksinim duyduklarını ben anlamıyorum, Allah’a ulaşmak için bir papaza veya hoca
efendiye neden gereksinim duyduklarını anlamadığım gibi. Hocalar, sıradan bir kul
olarak; camiler, sıradan bir beton bina olarak; bu kutsallık yetkisini kimden
alıp, kim adına kullanıyorlar, bir bilgim yok. Açıkhavada ya da başka amaçlarla
yapılmış yapıların içinde neden ibadet edilemediğini gerçekten
bilmiyorum. Bildiğim kadarıyla Kuran’da cami söcüğü bile geçmiyor. İslamiyet’in
ilk yıllarında müslümanlar, namazlarını açık hava alanları veya basit yapılarda
kılıyormuş. Bugünküne benzer minaresi olan ilk camiyse Emeviler döneminde inşa
edilmiş. Aslında dinle uzatan yakından ilgisi olmayan bu yapılar, bugün
kutsallığın simgesi haline gelmiş durumda. Öyle ki, sizin ağır saldırıya uğradığınız bir durumda,
ayakkabılarınızı çıkartmadan camiye sığınmanız bile, dine karşı işlenmiş bir
suç gibi gösterilebiliyor.
Artık bu sahte kutsallığı, inançları zedelemeden tartışabilmemiz gerekli. Sokakta kimsesizler, göçmenler, sokak hayvanları yaşam savaşı
verirken, çocuklar soğuktan donar, kadınlar kocalarından kaçıp, yaralılar sığınacak
yer ararken bu boş ibadethaneler nasıl kutsal kalabilir? Dışarıda insanlar
donarken, burada edilen hangi dua anlamlı olabilir? Tüm yurttaşların
vergileriyle yapılarak, faaliyetini sürdüren camileri ve devlet desteği olmadan
yaşatılan cemevlerini gereksinimi olanların kullanımına açmanın ne zararı
olabilir? Varsın içerisi kirlensin, biraz kötü koksun, namaz kılanların önünden
çıplak ayaklı bir çocuk geçsin, dua edenlerin arasında bir kedi yavrusu gezsin.
Bunların kime, ne zararı dokunacak?
Eğer dininiz güzellikten yanaysa ibadetinizi, önünüzden geçenler değil, geçmeyenler bozmalı. Dışarıda yalın ayak gezinen çocuklar, soğuktan donan hayvanlar, erkek şiddetinden kaçmaya çalışan kadınlar varken siz camide huzur içinde tek başınıza ibadet ediyorsanız, o ibadet anlamlı olabilir mi?
Eğer dininiz güzellikten yanaysa ibadetinizi, önünüzden geçenler değil, geçmeyenler bozmalı. Dışarıda yalın ayak gezinen çocuklar, soğuktan donan hayvanlar, erkek şiddetinden kaçmaya çalışan kadınlar varken siz camide huzur içinde tek başınıza ibadet ediyorsanız, o ibadet anlamlı olabilir mi?
Türkiye’de 84.684 cami, 937 cemevi, 350 kilise ve 38 sinagog var.
Kilise ve sinagogları güvenlik nedeniyle dışarıda bıraksak bile 85.000’den
fazla yapıya sahibiz. Şimdi başlıktaki soruyu yeniden sorayım:
Eğer, kocasından şiddet gören kadınlar buraya gelip sığınamazsa,
Soğukta, yağmurda, karda, fırtınada, ölümle boğuşan sokak hayvanları
buraya giremezse,
Evsiz kalmış insanlar soğuk havalarda buralarda barınamazsa,
Binlerce Suriye’li ya da başka ülkelerden gelen göçmenler buraları
kullanamazsa,
Evsiz çocuklar buralarda uyuyamazsa,
Polis şidetinden kaçan yaralılar içeri alınmazsa,
Deprem yerindeki konteynerlerde donan insanlar buraya kabul edilmezse,
Camiler, cemevleri, kiliseler ne işe yarar?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder