20 Kasım 2014 Perşembe

Murat Gülerci’nin Ardından

Murat’ı ortaokul yıllarında tanıdım. Daha sonrasında, müziğe olan ilgisi, aynı okulda okumamız (Mülkiye), bilim ve sanata olan merakı gibi bir çok etken, bizleri yaklaştırdı. Üniversite bitince farklı yıllarda, art arda Ankara’dan İstanbul’a taşındık. Aynı evde, yan yana kaldığımız dönemler de oldu, birbirimize dargın kaldığımız günler de. Murat gitar çalmayı en çok sevdiğim kişilerin başında gelirdi. Çünkü dinlerdi.


Eski bir dostu yitirmenin acısını bir yana koyup, size biraz Murat’tan söz etmek istiyorum. Bu devirde pek rastlanmayan türden bir ayrık otuydu Murat. Muhalif kişiliği öylesine belirgindi ki, üzerinde hiçbir etiket durmuyordu. Emekçinin yanında olması sosyalizmi eleştirmesine, özgürlüklere olan inancı demokrasiyi eleştirmesine, bağımsızlığa olan inancı cumhuriyetin eksiklerini eleştirmesine engel olmuyordu. Asker çocuğu olmasına karşın, gerektiğinde askerlere en sert eleştirileri yönlendirebiliyordu. Beğenileri, eleştirileri, düşünceleri kolayca belirlenip, değiştirilebilen günümüz insanları ile kıyaslandığında, Murat tam anlamıyla bir muhalifti.


Murat'ı tanıyanlar onun evrime olan inancını da bilir. Evrim Teorisi, ülkemizde en yanlış anlaşılan kavramlardan biridir. Evrim tartışması her zaman, din kavramıyla bir arada yürütülür ve evrimin amacı yaratılışın kaynağını ortaya çıkarmakmış gibi, aslında ilgisiz bir alana kaydırılır. Oysa evrim teorisini içselleştirmiş kişi, bunlarla uğraşmaz. Dünyadaki bütün canlıların akraba olduğunu, kendisinin de bu büyük ailenin parçası olduğunu bilmek, insan ruhu için paha biçilmez değerde bir bilgidir. Hayvanlara, ağaçlara, doğaya ve insana bakışınız değişir. Her gördüğünüz hayvanda bir parçanızı bulursunuz, doğanın düzenini bozacak en küçük bir yapıya bile ailenize yapılacak saldırı gibi bakmaya başlarsınız. Kendinizi diğer canlıların üstünde görmeyi bırakırsınız. Bilirsiniz ki, dünyanın koşulları değiştiğinde, sizin yaşayamayacağınız yeni koşullara adapte olabilecek bir denizanası sizden üstün olacaktır. Ben evrimi Murat kadar doğru yorumlayan ve içselleştiren birine henüz rastlamadım. Doğaya ve hayvanlara olan ilgisi abartısız ve içtendi. Yaşamını doğanın içinde geçirmekten çok mutluydu.


Çok yönlü kişiliğinin içindeki bu iki nokta, benim gözümde belirgin bir farklılık yaratıyordu. Eleştirel tavrındaki sivri dillilik ile doğa sevgisindeki yumuşaklık bir şekilde uyumlu hale gelmişti Murat’ta. Başka birisi söylediğinde kavga çıkaracak kişilerin Murat konuştuğunda, yüzlerinde bir gülümsemeyle onu dinlediğine çok kereler tanık oldum. Beydağları’nda, bisiklet turunun son gecesi ateş başında toplanmıştık. Herkes düşüncelerini söylüyordu. Murat’ın konuşması her zamanki sakinliğindeydi. Aklıma bir cümlesi kazındı: ”Katılanlar, bu turu hayatları boyunca unutmayacak.” Bunu neye dayanarak söyledi bilemiyorum ama benim için öylesine doğru bir saptamaydı ki şaşırdım. Önündeki ateşin yalazıyla aydınlanan yüzünde, her zamanki huzurlu ifade vardı.


Murat, hiçbir zaman hayallerini ertelemedi. Yaşamını kendi inandığı biçimde, en sevdiği yerde, en sevdiği aracın üstünde noktaladı. Onu toprağa versek de ruhu, Dalyan’da şarabını içip İztuzu’nda yüzmeye, Adrasan’da köpekleri sevip Beydağlarında yokuşları tırmanmaya devam edecek.

Dostum Özgür Kıbrıs’ın Murat için bestelediği “Murat’ın Rüyası” adlı parça ve öldüğü gün kaleme aldığı, hem bir yaşam özeti hem de manifesto gibi yazısı ile noktalamak istiyorum.

Yaşamımıza kattığın renk ve her şey için sonsuz teşekkürler.


"Üniversiteden mezun olduğumda İstanbul'da yüksek katlı bir plazada işe başlamıştım. Kısa bir süre dayanabildim o tempoya. Bir öğlen arasında yemek sonrası kravatımı çıkartıp istifa mektubu yazdım ve ertesi gün Kaş'a gittim. Kendime gelmem bir ay sürdü ve benim böyle bir ortamda çalışmamın mümkün olmadığını anladım.

Sonra, mesleğim ile hiç ilgisi olmamasına rağmen inşaat sektörüne girdim. Açık alandaydık ve eski işime göre çok daha özgür hissediyordum.

Çalıştığım firma, sahipleri tarafından bir manipülasyon yapılarak batırıldı ve bu kendi işimizi kurmaya sebep oldu. Ticaret hayatı içerisinde gördüğüm tek şey ahlaksızlıktı. Ticareti küçük boyutta yapan insanlar (ki bu ülkenin çoğunluğunu oluştururlar) büyük yiyicilerden arta kalanları kapmak adına birbirlerini yerler. Mide bulandırıcı bir rekabet, ahlaksızlık, mesleğe ihanet, çalışanların sömürülmesi, mesleki ilkesizlik ve okumuş ama niteliksiz tonla insan. Hayatları tek bir şeye kanalize olmuştu bu insanların, 'Para'.

Çoğu üniversite mezunu olan bu insanların çoğunun ne bir hobisi vardı ne de iş dışı bir merakları.

Aradan yıllar geçti ve ben mesleğimi bırakıp İstanbul'a döndüm. Döndüğümde İstanbul ilk işe başladığım plazaya dönüşmüştü. Tek ve dev bir plazadan oluşmuş yekpare bir yapıya benziyordu. Boğulma tehlikesini atlatıp bu sefer Dalyan'a kaçtım.

Hayatı giderek basitleştirmenin yollarını arıyorum. Araç kullanmamaya dikkat ediyorum. Telefonla çok zorunlu olmadıkça konuşmuyorum. Televizyon hiç izlemiyorum. Sitelerden, AVM lerden ve tatil köylerinden uzak duruyorum. Açık büfe yemek sapkınlıklarına uzaktan bile bakmıyorum.
Hayatımdan stresi büyük ölçüde attım.

Kendimi dinlemeye bolca zamanım var. Para umurumda bile değil, geçinecek kadarı yeterli. Fazla sese, gürültüye, kibirli ve budala insanlara, yüksek binalara, betona, beton kafalılara, hırslı insanlara tahammülüm yok. Uzak duruyorum.

Zaman buldukça bisikletle doğa gezileri yapıyorum Dalyan'da. Zamanım varsa bir tepenin üzerine çıkıp bir ağacın gölgesinde bir kadeh şarap eşliğinde kitap okuyorum ya da müzik dinliyorum.

Etrafa baktığımda görüntüyü kesecek, alan derinliğini yok edecek hiç bir şey yok.

Buralar da bozulacak elbet. O zaman ne yaparım bilmiyorum. Daha uzaklara kaçmak gerekecek belki.

Talihsiz bir çağın bireyleriyiz. Gelecek de pek iç açıcı görünmüyor...

Tek bir endişem var o da oğlum ve onun gelecekteki hayatı...” (06.11.2014)

Hiç yorum yok: