Yazmadığın bir bu kalmıştı
dediğinizi biliyorum. Ama şu an birkaç kadeh içtiğim için özgüvenim yerinde ve
sol üzerine yazacak alkol düzeyine ulaşmışken, sizleri bu durumdan mahrum etmek
istemiyorum. Elimden geldiğince kısa
yazacağımın müjdesini baştan vereyim. Birkaç gündür solun ilkelerinden uzaklaştığı tartışılıyor ki bu sava tüm
kalbimle katılıyorum. Ancak şunu da söylemeliyim, bana göre bu savı ileri
sürenlerin solun ilkeleri ile uzaktan yakından ilgileri yok.
Kendimi bildim bileli dünya için
en güzel yönetim biçiminin sosyalizm olduğunu düşünüyorum. Yirmili yaşlardan bugüne bakınca, sosyalizmin dünyanın kurtuluşu olduğuna ilişkin görüşümün dışında neredeyse her konuda fikrim değişmiş. Siyaset alanında bir uzmanlığım yok ama bir
yurttaş olarak sol ilkeler ve öncelikler hakkında yazmak istedim. Bu arada
günümüzün sözde solcuları ile ilgili de birkaç karşılaştırma yapmak niyetindeyim.
Öncelikler:
- Küresel Isınma ve İklim Değişikliği
Bana göre, bugün Anadoluda solun
birinci önceliği küresel ısınma ve buna bağlı iklim değişiklikleri olmalı. İnsanların, hayvanların ve bitkilerin yaşamadığı yerde solun yaşaması da olası
değil. Anadolu toprakları önümüzdeki yüz yıl içinde, bugünkü Kuzey Afrika
ülkelerine benzeyecek. Anadolunun en verimli toprakları çöl olacak. Kırk derece
sıcaklıklardan artık mevsim normalleri diye söz edilecek. Bu bölgelerde su
kaynakları kuruyacak, tarım bitecek, insanlar başka yurtlara göç edecekler. Biz
Akdeniz çocuklarıyız, kültürümüz de çöllerde kuruyacak. Türkülerimiz, oyunlarımız,
fıkralarımız ölecek. Topraklarımızı, vatanımızı yitireceğiz. Ivır zıvır
olaylarda Mustafa Kemal’in “Mevzu bahis vatan ise, gerisi teferruaattır” sözünü
anımsatanlara ben de aynısını yapmak istiyorum. Emperyalistlerle savaşarak
alınan topraklarımız gidiyor, hem de geri gelmemek üzere. Üç tane kayalık için
Yunanistan ile savaşmaya kalkanlar, Anadolu çöl olurken, tüm topraklarımız
yiterken neden ortalarda yoklar?
Bildiğiniz gibi Fırat ve Dicle
bizim topraklarımız ile birlikte Suriye ve Irak topraklarına da su taşıyor. Irmaklardaki
su miktarı azalınca Türkiye, Suriye’ye giden Fırat’ın suyunu azalttı. Bazılarına göreyse
tümüyle kesti. Suriye’de Fırat’la
beslenen göllerde su düzeyi giderek azalıyor. Böyle giderse Suriyeliler susuz kalabilir. Bu durum çok yakın bir
zamanda kalıcı göçlere ve savaşlara yol açabilir.
İstanbul’da su bitmek üzere.
Bizse başka yörelerin suyunu İstanbul’a taşıyarak hem kuraklık frekansını
artıracak hem de diğer bölgeleri tehlikeye atacak projeleri çözüm sanıyoruz.
Ormanlarımızı yok ederek, su kaynaklarını imara açarak, daha fazla karayolu
yapıp fosil yakıt tüketerek, kömürle çalışan termik santraller yaparak Anadoluyu
öldürüyoruz.
Türkiye’de solun en önemli
meselesi bu değil mi? Sudan, yaşamdan, topraktan, tarımdan daha önemli ne
olabilir? Peki sol partilerin bunun farkında olduğunu söyleyebilir miyiz? CHP’li
belediyeler düne kadar genel başkanlarına AVM açılışı yaptıran, belediyelerinde
doğayı ranta kurban edenler değil miydi? İstanbul Belediye Başkan adayı Sarıgül
değil miydi “Üçüncü köprüyü yapacağız” diyen. "Gezi Parkı direnişini çevre
olayına indirgemeyin" diyenler solcular değil miydi?
Bugün kıyılarımız, denizlerimiz, topraklarımız ranta kurban ediliyor. Zenginliğinize güvenmeyin, para artık hızla el değiştirebiliyor. Yarın çocuklarınızın, bugün Suriye'deki kamplarda bir bardak su bekleyen çocuklar gibi susuzluk içinde kıvranmayacaklarını garanti edebilir misiniz? Peki içecek suyumuz biterken, ormanlarımız talan edilirken, su havzalarımız yok edilip, derelere HES'ler kurulurken nerede bizim ilkeli solcularımız?
Bugün kıyılarımız, denizlerimiz, topraklarımız ranta kurban ediliyor. Zenginliğinize güvenmeyin, para artık hızla el değiştirebiliyor. Yarın çocuklarınızın, bugün Suriye'deki kamplarda bir bardak su bekleyen çocuklar gibi susuzluk içinde kıvranmayacaklarını garanti edebilir misiniz? Peki içecek suyumuz biterken, ormanlarımız talan edilirken, su havzalarımız yok edilip, derelere HES'ler kurulurken nerede bizim ilkeli solcularımız?
- Silahsızlanma ve Barış
Türkiye’de sol partilerin hem
ülke düzeyinde hem de bireysel anlamda silahsızlanma ile ilgili ciddi bir
muhalefet yaptığını ben görmedim. Hatta belinde silahıyla dolanan solcu tipi
bizde daha makbuldür. İnsansız hava araçları, askeri uçaklar, savunma
sistemleri gibi adlar altında silahlanmaya trilyonluk bütçeler ayrılırken solcularımız neredeydi? İstisnaları bir yana bırakırsak, barışın onursuzu, savaşın da onurlusu
olmaz. Sen, ilkelerden söz eden solcu, barış sürecini sorguladığının onda biri kadar savaş sürecini sorguladın
mı acaba? Solcular barışın ilk halkası olmalıydı. Diyelim ki işin içinde kirli
pazarlıklar, bin türlü namussuzluklar var. Pazarlığın en kirlisi bile savaştan
daha kötü olabilir mi? Bizim küçüklüğümüzde solcular çocuklarına Barış adını
koyarlardı, şimdi modası geçti sanırım barışın.
- Çalışma Koşulları ve Üretim
Türkiye’de solun ilgisini
çekmeyen konuların başında işçi hakları gelir desem yalan olmaz sanırım.
Türkiye’de çalışanların haklarının gasp edilmesi sıradan bir olay halini aldı.
Artık çalışanlar bile fazla mesainin ödenmemesi, tazminat hakkının yok sayılması,
izin günlerinin çokluğu gibi konularda işverenler gibi düşünüyor. Herkes, daha çok
çalışması gerektiğine inanıyor. Bir kişi yönetici olduğunda ilk aklına gelen
çalışanları sömürmek oluyor. İnşaatlarda, madenlerde onlarca kişi ölürken sol
partilerimiz ne yapıyordu dersiniz? Size iki örnek vereceğim: Birisi elinde madenci baretiyle TBMM'de aslanlar gibi konuşan
Özgür Özel, ikincisi madenlerde ölüm saçan küçük işletmelerin ve özel
işletmelerin karlarının azalmasını gündeme getiren eski Genel Başkan Yardımcısı
Umut Oran. İkisi de aynı partiden, ikisi de Soma katliamından kısa süre önce konuşmuş. Birisi işçilerin ölümünü sorguluyor, diğeri işçileri öldüren maden firmalarına getirilen denetim ve izinlerin çokluğundan şikayetçi. Hangisi solcu, siz karar verin:
- http://www.youtube.com/watch?v=78QxX52-WgA
- http://www.bugun.com.tr/son-dakika/umut-oran-erdogan-madencilere--haberi/996641
Sol olduğu söylenen partilerde emekçiler yok, peki kimler var? İşçilerin
halinden anlaması beklenen 'vicdanlı' işadamları ve müteahhitler var.
- Kadın Hakları
Türkiye’de cumhuriyetin başarılı olduğu
düşünülen ancak hiç de başarılı olamadığı
konulardan birisi ne yazık ki kadın hakları ve özgürlükleri. Bugün Anadolu
kasabalarında ve büyük şehirlerde, yasalarda yazılı olmayan kurallar geçerlidir.
Bu kuralları hepimiz biliriz. Kadınlar ahlak, namus gibi sudan nedenlerle
öldürülürse, toplum bunu hoş görür, hafifletici nedenler devreye girer,
katiller iki yıl yatar sonra çıkar, toplum onları dışlamaz, yeniden evlenecek kadın bulur, gerekirse onu da doğrarlar. Bugün Atatürk’ün
kadın hakları konusunda yaptıklarını anlatmak konusunda en birinci olan partimiz CHP’nin
en son yerel seçimlerde kadın aday oranı neydi biliyor musunuz? 31/745, yani %
4. Kadın yok ama.... Sakın ama demeyin. Kadınlar gibi şiddet gören ancak onlara oranla çok daha fazla dışlanan LGBTT üyeleri, sosyal yaşamdan yalıtılmış sakat yurttaşlarımız, yardıma gereksinimi olan çocuklar, şiddet mağduru sokak hayvanları da sol partilerin öncelik sıralamasında ne yazık ki yoklar.
- Eğitim
Bugün Türkiye’de eğitime erişim
adil değil, çünkü eğitim ücretli. Devlet her alanda olduğu gibi eğitimde de yoksullara
kötü koşullar sağlıyor. Ülkemizde yoksulluk bir kadere dönüşmüş durumda. Yoksul aileler çocuklarını devlet okullarında
okutuyor, bu çocuklar genellikle üniversite sınavında başarısız oluyorlar. Aldıkları
eğitim onları anne babaları gibi asgari ücretle çalışan bir işçi yapmaktan öte
bir işe yaramıyor. Zenginler ise başarısız öğrenciler olsa bile, çocukları için
özel üniversitelerden diploma satın alabiliyorlar.
- Bölüşüm
Geçenlerde HDP Cumhurbaşkanı adayı
Demirtaş “14 bin TL maaş alıyorum, fazla bile” deyince insanlar takdir etti. Bu
sözün neresini beğendiler bilemiyorum ama cümledeki ‘bile’ sözcüğü beni rahatsız
etti. Asgari ücretin 900 TL olduğu bir ülkede on beşten fazla işçi ailesinin toplam ücretini evine sokmak
bir emekçi lideri için ancak utanç kaynağı olabilir. Sen bir öğretmenden, bir
polisten daha fazla maaş alabilirsin belki ama bir öğretmenin iki katından
fazla maaş alıyorsan, bu fazla maaşı öğretmenlerin maaşından araklıyorsun
demektir. Bir diğer sol parti milletvekili Şafak Pavey ise aynı vekil
maaşının kendisine ancak iki gün yettiğini söylemişti. Yanlış anlaşılmasın,
yukarıdaki iki milletvekili de benim son derece değer verdiğim insanlar. Ancak iş
bölüşüme gelince, solla ilgileri bu kadar: “15 tane emekçinin maaşı bana fazla
bile geliyor”. Pardon ama sen kimsin: Emekçi lideri. Sizce bu insanlar evine
yemek götüremeyen yoksul bir işçiyi ne kadar anlayabilir. Türkiye’de son derece
haksız bir bölüşüm sistemi var. Ancak bunu değiştirmesi beklenenler, bu bölüşümden cebini doldurup, "şu kadar
para alıyorum, vallahi fazla bile geliyor" diye ortalıkta gezinenler, hem de takdir toplayarak.
İlkeler:
CHP’nin
altı okunda yer alan altı ilkenin içinde ‘milliyetçilik’ de var. Şunu kabul edelim ki eski adıyla miliyetçiliğin, yeni adıyla
ulusalcılığın, solculukla bir ilgisi yok. Tüm dünyada ulusalcı olmak ‘koyu milliyetçi’,
‘aşırı sağcı’, 'faşist' denebilecek partilerde rastlanabilecek bir durum. Ulusalcı olmak
bir sosyalist için erdem değil, eksiklik olabilir ancak. Sol, evrensel değerlere sahip
olmalıdır. ‘Dünyanın tüm işçileri, birleşin’ dediğinizde kimse garipsemez. Soma’daki
madenci ile Şili'deki madencinin dayanışması, sol için olağandır. Peki, ‘dünyanın
tüm ulusalcıları birleşin’ desek olur mu? Alman bir ulusalcı ile, Türk
ulusalcıyı birleştirmeye kalkarsanız, kan gövdeyi götürür. Ulusalcı olabilirsiniz
elbette, ancak ulusalcı olarak dünyadaki yeriniz Sosyalist Enternasyonal olmaz.
Yunanistan’daki faşist ‘Altın Şafak Partisi’, Avusturya’daki FPÖ, Hollanda’daki PVV neyse bizde de
ulusalcıların yeri orasıdır. Hem ulusalcı, hem solcu olunmaz. Hele Türkiye gibi
farklı halkların yaşadığı, uzun zaman Kürtlerin ana dillerini konuşamadığı, yüzyılın
başında Ermenilerin soykırıma uğradığı karışık (zenginlik anlamında) bir ülkede
ulusalcılık, sol için ancak bir karşı mücadele alanı olabilir.
Bu ilke dışındakilere benim kişisel
olarak bir itirazım yok. Eğer sence altı ok ne olsa daha iyi olur diye sorulsa:
- Özgürlük,
- Toplumsal Adalet,
- İnsan Hakları,
- Demokrasi,
- Devletçilik,
- Laiklik.
derdim. Özel sermayenin dünyayı çöle
çevirdiği günümüzde devletçilik ya da ekonomideki kamu gücünün önemi giderek
daha çok ortaya çıkıyor. Özelleştirme diye Özal ve sonrasını yere göğe sığdıramayanlar,
bugün madenlerimizdeki devlet işletmeleriyle, özel işletmeleri kıyaslasınlar. İş
kazaları açısından kamu yatırımlarının ne kadar başarılı olduğunu görecekler. Laiklik
ilkesi ise bana sorarsanız dinsizlik olarak uygulanmalı. Devlet, yurttaşların dini inançları için
para harcamamalı. Camide, kilisede, cemevinde ibadet etmek isteyen buyursun
etsin ancak devlet, eğitim, kültür, sağlık bütçesinden buralara kaynak aktarmamalı (Cami dışındakilere zaten aktarmıyor ve bu haliyle büyük bir adaletsizlik var).
2014 yılında Diyanet İşleri Başkanlığının bütçesinin Kültür ve Turizm Bakanlığı
bütçesinin dört katı olduğunu biliyor musunuz? Sol özünde dinsiz olmalı, gücünü Marx’tan, Darwin’den almalı. Türkiye’de bu durumun çok eleştiri alacağını
biliyorum ama en azından Selahattin Demirtaş gibi sol bir partinin liderinin
iki lafından birisi ‘Allah’ olmamalı.
Türkiye’de kendisini solcu olarak
tanımlayan kesimin önemli bir bölümü solcu değil. Yakın geçmişi düşünürseniz,
binlerce iş kazasının, çevre katliamının yaşandığı dönemde bu kitlenin ana
itirazları hep Atatürk’e hakaret edilmesi, kurumların adındaki T.C. bölümünün silinmesi,
ilköğretim okullarından and okunmasının kaldırılması, kamu kurumlarına türban
ile girilebilmesi, bayrak direğinden bayrağın indirilmesi gibi konularda olduğunu göreceksiniz. Bu kitle Silivri’ye
onlarca otobüs kaldırırken, Gezi Parkı’na belediyelerinden bir ambulans, bir
sağlık çalışanı bile gönderemedi.
Türkiye'de solculuk, cumhuriyetçilik, Atatürkçülük ve ulusalcılık kavramları birbirine karışmış durumda. Örneğin, içki içen, dekolte giyinen bir kadın, görünüm olarak çağdaş, modern olarak nitelendirildiğinde bu kişi solcu gibi algılanıyor. Oysa düşünce yapısı faşizme yakın sayılabilecek ölçüde milliyetçi. Ya da türban takan bir kadın, solun -din dışında kalan- tüm değerlerine sahip olsa da görünümü nedeniyle solcu sayılmıyor. Ülkemizde çağdaşlık, Atatürkçülük, cumhuriyet dendiğinde hemen 'sol' çağrışımı yapıyor. Benim gördüğüm kadarıyla, birçok Ege kasabasında aşırı sağcı insanlara dünya görüşü sorulduğunda, kendilerini solcu olarak tanımlıyorlar. Aşağıdaki yazının sahibine de sorsanız, eminim kendisi için 'solcu' diyecektir. Dünyanın hiçbir ülkesinde bu derece ırkçı bir kafa yapısını solculuğa yamayamazsınız.
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/19614987.asp
(Yılmaz Özdil, 6 Ocak 2012, Hürriyet Gazetesi, Uludere Katliamının ardından yazdığı 'Sayın Kaçakçı' başlıklı, "Babası eşek. Anası attır. Eşek atı becerir. Katır doğar." diye başlayan yazı).
Bazı insanlar bunu bilmeden yaparken, bazılarıysa bilerek bu karışıklıktan yarararlanıyor. Art niyetli kişiler, Atatürk adını bir kalkan gibi kullanıyorlar. Futbol maçlarında şike yapan biri yakayı ele verince, "Atatürkçü olduğumuz için iktidar böyle yaptı" diyor. Hapisten çıkınca, iktidara çok teşekkür etmeyi de ihmal etmiyor tabii. Darbe suçundan hüküm giyenlerin savunması hazır: "Biz Atatürkçüyüz, iktidardakiler bizi bundan dolayı cezalandırdı". Dışarı çıktıklarında ise iktidara toz kondurmuyorlar. Nadir Nadi, zamanında darbecilerin, hırsızların, iktidar yalakalarının kendilerini Atatürkçü ilan etmeleri üzerine isyan etmiş ve 'Ben Atatürkçü Değilim' diye bir yazı yazmıştı. Bugünkü solcuları görseydi, herhalde 'Vallahi de Billahi de Solcu Değilim' diye yazardı.
Türkiye'de solculuk, cumhuriyetçilik, Atatürkçülük ve ulusalcılık kavramları birbirine karışmış durumda. Örneğin, içki içen, dekolte giyinen bir kadın, görünüm olarak çağdaş, modern olarak nitelendirildiğinde bu kişi solcu gibi algılanıyor. Oysa düşünce yapısı faşizme yakın sayılabilecek ölçüde milliyetçi. Ya da türban takan bir kadın, solun -din dışında kalan- tüm değerlerine sahip olsa da görünümü nedeniyle solcu sayılmıyor. Ülkemizde çağdaşlık, Atatürkçülük, cumhuriyet dendiğinde hemen 'sol' çağrışımı yapıyor. Benim gördüğüm kadarıyla, birçok Ege kasabasında aşırı sağcı insanlara dünya görüşü sorulduğunda, kendilerini solcu olarak tanımlıyorlar. Aşağıdaki yazının sahibine de sorsanız, eminim kendisi için 'solcu' diyecektir. Dünyanın hiçbir ülkesinde bu derece ırkçı bir kafa yapısını solculuğa yamayamazsınız.
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/19614987.asp
(Yılmaz Özdil, 6 Ocak 2012, Hürriyet Gazetesi, Uludere Katliamının ardından yazdığı 'Sayın Kaçakçı' başlıklı, "Babası eşek. Anası attır. Eşek atı becerir. Katır doğar." diye başlayan yazı).
Bazı insanlar bunu bilmeden yaparken, bazılarıysa bilerek bu karışıklıktan yarararlanıyor. Art niyetli kişiler, Atatürk adını bir kalkan gibi kullanıyorlar. Futbol maçlarında şike yapan biri yakayı ele verince, "Atatürkçü olduğumuz için iktidar böyle yaptı" diyor. Hapisten çıkınca, iktidara çok teşekkür etmeyi de ihmal etmiyor tabii. Darbe suçundan hüküm giyenlerin savunması hazır: "Biz Atatürkçüyüz, iktidardakiler bizi bundan dolayı cezalandırdı". Dışarı çıktıklarında ise iktidara toz kondurmuyorlar. Nadir Nadi, zamanında darbecilerin, hırsızların, iktidar yalakalarının kendilerini Atatürkçü ilan etmeleri üzerine isyan etmiş ve 'Ben Atatürkçü Değilim' diye bir yazı yazmıştı. Bugünkü solcuları görseydi, herhalde 'Vallahi de Billahi de Solcu Değilim' diye yazardı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder