21 Ağustos 2014 Perşembe

Kelle Kesmek

Aslında müzik üstüne yazmak istiyordum ama bu can sıkıcı konuyu aradan çıkartmazsam içimde kalacak. Elimden geldiği kadar, sizleri rahatsız etmeyecek biçimde yazacağıma söz veriyorum. Zaten fazla bir okurum olmadığı için de bu endişelenme faslını çok uzatmama gerek yok sanırım. Aslında yapmak istediğim ‘vahşet’ ile ‘gelişmişliği’, bıçak ile ‘oyun çubuğunu (joystick), geleneksel yaklaşımla endüstriyel olanı kıyaslamak.

 Giovan Battista Langetti (1)

Kendimi bildim bileli Kurban Bayramlarından uzak olmaya çalıştım ancak küçüklüğümde babamın aldığı kurbanlıkların ya da köyümüzdeki hayvanların ölümlerine tanık oldum. Bunu izlemek çok gariptir, insan kendi boynunu korumaya almak ister.  Bir anlık bile olsa, kendini kurbanın yerine koyma düşüncesi, insanı büyük bir korkuya sürükler. Bir canlıyı can verirken izlemek insanın ömrü boyunca unutamayacağı fotoğrafları bilinçaltına yerleştirir. Çocukluğumdan sonra bu tür sahnelerden hep kaçtım, bir daha kurban sahnesi izlemedim.

Son yıllarda belgeselleri de izleyemez oldum. Belgeseller -daha fazla reyting için olsa gerek- son derece kanlı sahneler içerebiliyor. Bizim iyi bildiğimiz hayvanlar üçü beşi bir arada bir karacaya saldırabiliyor. Ya da küçücük yavrular güçlü avcıların hedef olabiliyor. Ben de ne yapıyorum? İzlemiyorum belgesel falan. Peki gözümü başka yere çevirdiğimde ne değişiyor dersiniz? Ne yazık ki hiçbir şey değişmiyor.

Hayvanlar konusunda, kendimi ‘vicdanlılar’ sınıfına sokmak için sanırım bu iki hikaye yeterli olmuştur. Yeterli değilse, yaralı bulup da veterinere götürdüğüm birkaç hayvan hikayesi de yazabilirim. Eminim sizlerin benzer hikayeleri, benimkinden daha çoktur.

Bir IŞİD videosu karşıma geldiğinde de tahmin edebileceğiniz gibi bunu izlemedim. Ancak fotoğraflardan ve yazılardan içeriğinin ne olduğu belliydi. Başlıktaki eylemin bir vahşet olduğu konusunda sanırım hemfikiriz. Ancak cihad yolunda kendilerini bekleyen olası direnişçilere ve saldırmayı planladıkları kentlerde yaşayanlara korku salması amacıyla yapıldığını düşündüğüm bu eylemlere biraz soğukkanlılıkla baktığımda bir şeyi  fark ettim. Bu eylem tıpkı kurbanlıklardaki gibi en azından ölümü insanın yüzüne çarpıyor, en azından acıyı içselleştirmemize olanak veriyor. Saldırganların amacından bağımsız olarak ortaya çıkan bir sonuç bu, dolayısıyla bir vahşet çetesinin suçunu hafifletecek bir şey değil. Ancak ABD ve İngiltere’nin bu vahşete sessiz kalamayız demesi ve bunun ben dahil birçok insanda rahatlamaya neden olmasını sorgulamamız gerektiğini düşünüyorum.

6 Ağustos 1945’te Hiroşima’yı bombalayan uçağın pilotu Paul Tibbets, yıllar sonra Hiroşima belgeselinde şöyle söylüyordu: “Uçak havalanınca pilot kabininden uçağın arkasına, askerlerin olduğu yere geçtim. Kendimize kahve aldık ve onlara aslında ne yaptığımızı uçakta ne taşıdığımızı söyledim. İlk noktamızdan bombayı bırakma noktasına geldiğimizde bunu bir rutin olarak gerçekleştirdik. Tamamen bombalamaya konsantre olduk. Ben duygusal değilim. O anda düşündüğüm bir şey olsaydı, size ne olduğunu söylerdim. İşimi yaptım ve başarıyla sonuçlandığı için çok rahatlamıştım, siz bunu anlayamazsınız.” (2)


‘Bir rutin olarak gerçekleştirmek’, ‘duygusal olmamak’, ‘işini yapmak’. Bu sözcükleri bugünlerde ne kadar çok duyuyoruz değil mi? Hadi itiraf edelim, Paul Tibbets, konuşmasıyla, giyimi kuşamıyla, IŞİD'in vahşi militanlarının yanında tam bir profesyonel gibi duruyor.

Irak’a  ABD saldırısını bir bilgisayar oyunu gibi ekranlardan izlemiştik, hatırlıyor musunuz? İnsan tuhaf; böyle hedef almayı, pilotları falan düşününce, istiyor ki o hedef de vurulsun. Hedefler ıskalanınca sanki üzülüyordu izleyenler, “az sola ataydı vuracağıdı”, “erken yolladı bombayı” gibi yorumlar duyuyorduk. Kim bilir belki aşağıda oğlunun bağırsaklarını toplayan bir baba vardı görmediğimiz. İyi ki görmedik diyebilir miyiz? Bir vahşet yaşandığında bunu görmemiş olmak, vahşeti ortadan kaldırıyor mu? Ölümü endüstrileştirmenin, insanları yığınlar halinde katletmenin, silahları otomatikleştirmenin adı gelişme olabilir mi? Bir yanda düşmanının kellesini kesen bir insan, diğer yanda bir düğmeye basıp on binlerce insanı öldüren, yüz binleri sakat bırakan birisi. Hangisi daha vahşi, hangisi yaptığı işin farkında? Bu kıyaslamayı doğru bulmayabilirsiniz ama ben bu soruları biraz da kendime soruyorum.

Türkiye’nin son yıllarda en çok övündüğü işlerden birisi insansız hava uçakları. Uludere Katliamı’ndaki ilk keşfi bu uçaklar yapmış ve kaçağa giden köylüleri belirlemişlerdi. Sonrasını biliyorsunuz. Bu uçaklar en başta keşif amaçlıydı ancak keşif amaçlı denilen uçaklar sonradan silahlandırıldı. Şimdi de radar sistemlerinden kaçabilecek maddeler ile kaplanarak ‘hayalet’ sıfatını kazanmaya çalışıyorlarmış. Eğer bu insanlık dışı teknoloji konusunda, Türkiye’nin başarılı yatırımlarını öğrenmek isterseniz, aşağıda birkaç haber bulabilirsiniz:

Masum insanları öldüren uçakların artık bir pilotu bile yok. İleride bir hedef gördüğünde kendiliğinden harekete geçen sistemler de yapılacak. Yani on binlerce insan öldüğünde bizim içimiz rahat olacak: Bilgisayar yaptı. Ya da siviller öldüyse Uludere’deki gibi bir açıklama yapılacak: “Bir hata olmuş.”

Konuyu burada hayvanlara getirmek istiyorum. Önce aşağıdaki videoyu izleyebilir misiniz? (Video için Nuray Çalışkan'a çok teşekkürler.) 


Zamanınız yoksa özeti burada: Konuşmacı, hayvan çiftliklerindeki olumsuz koşulları sıraladıktan sonra, insanlara bunu süslü sözler ve teknoloji yalanları ile nasıl yutturduklarını anlatıyor. Bence sunumun en çarpıcı yeri sonu. Sonda tüm bunları yaparken bir ‘gizli silaha’ gereksinimleri olduğunu söylüyor.


“Bu gizli silah sizsiniz (yani bizler). Sizler marketlere gittiğinizde, ürünlerin nereden geldiğini düşünmek istemiyorsunuz. Hayvanların hangi koşullarda, nasıl yetiştirildiğini merak etmiyorsunuz. Gıda pazarlamacılığının başarısında, tüketicinin arkada olanları bile bile görmezden gelmesinin katkısını gözardı edemeyiz.  Gıda  endüstrisi için et üretimi, büyük ölçekli bir vahşetin sistemleştirilmiş halidir. Biz bu sistemi yaşatabiliyoruz çünkü sizler, pazarlamacıların gösterdiği tarafa bakmaya hazırsınız.”


Endüstrileşme bize nereye bakmamız gerektiğini söylüyor. Fabrika duvarlarının ardında hayvanların, savaşı gösteren ekranların ardında insanların olduğunu unuttuk. Kapitalizm, vicdanımızı bile nereye yönlendireceğimize kendisi karar veriyor. Kurban Bayramlarında öldürülen hayvanların kanı insanların yüzüne sürülürdü. Şimdi avcı ile av arasında bu bağ bile yok. Artık kan yok, ölümler uzakta ve hijyenik. Bir canlının öldürülmesi vahşet ama bin canlının endüstriyel ortamlarda soframız için yetiştirilip, ‘işlenmesi’ değil.

Ne yazık ki bu sistem en vicdanlımızı bile IŞİD katillerinden çok daha acımasız, robotlaşmış bir katile destek olmaktan kurtaramıyor. Savaş endüstrisi, gıda endüstrisi ve gelişme diye düşündüğümüz şeyleri sorgulamak konusunda hiçbirimiz istekli değiliz.

Birisi bir kedinin kuyruğunu kesince ayaklanıyoruz ama bir firma, genleriyle oynayıp kuyruksuz kedi ürettiğini açıklasa bunu bir gelişme gibi algılıyoruz. Bıçakları lanetliyoruz ama bomba yüklü insansız hava araçlarını görmüyoruz. Kurbanlık hayvanına eziyet edenlere kızıyoruz ama binlerce hayvana eziyet eden gıda endüstrisini sorgulamıyoruz. Bir çok firmanın gösterişli plazalarının, hoş giyimli çalışanlarının, pazarlama yalanlarının arkasında, artık gizlenemeyen, mide bulandıran bir pislik yatıyor. Eminim hepsinin kalite standartları, sertifikaları, denetim raporları falan da vardır.

Kelle kesenler, benim gözümde endüstrileşmemiş savaş dönemini temsil ediyorlar. Ellerinde öldürdükleri kişilerin kanı, belleklerinde kurbanlarının göz bebekleri var. Elbette bu canilerin bundan etkilenmeyecek kadar nefretle dolu olduklarını biliyorum ama en azından bu lekeyi, bu anıyı ölene dek bizim belleklerimizden silemeyecekler. 

Normalde, terör saldırıları ve kanlı görüntüler medyada yer bulamazken, bazı haber kanalları, IŞİD görüntülerini yayma konusunda çok istekli. Öyle ki IŞİD'in kelle kesme haberleri, kendi yaptıkları toplu katliamları, soykırım girişimlerini, çoluk çocuk dağlarda ölümüne neden oldukları Ezidileri bile unutturuyor. Kelle kesenleri bir an önce durdurmak yerine, insanların nefretleri biriktirilmeye çalışılıyor sanki. Eline kan bulaşmış insanları elbette lanetlemek gerek. Peki ya büyük oynayanlara, kurbanının kanı üzerine bulaşmayınca temiz kaldığını düşünenlere ne demeli? Büyük devletler, kendi vahşetlerini gizlemek, insanların kitleler halinde öldürüleceği, ülke sınırlarının küresel şirketlerin karlarına göre belirleneceği bir operasyona haklılık kazandırmak için üç beş tane kiralık çapulcuyu kullanıyor olamazlar mı?

 Kaynakça:
1- The Executioner Presents the Head of St. John the Baptist to King Herod by Giovanni Battista Langetti
2- İnternethaber.com  Haber Sitesi (02.11.2007), Atom Bombasından Beter Sözler, http://www.internethaber.com/atom-bombasindan-beter-sozler-111622h.htm , Erişim Tarihi: 20.08.2014

Hiç yorum yok: