5 Haziran 2014 Perşembe

Louisiana, Anadolu, Caz ve Kültürel Melezlik

Mahallenin bencil kasabı göle düşmüş, başlamış çırpınmaya. Köylüler hemen yardıma koşmuşlar.

- "Elini ver, elini ver" diye bağırıyormuş mahalleli ama kasap bir türlü elini uzatmıyormuş. Adam tam boğulmak üzereyken, Nasreddin Hoca seslenmiş:

- Yahu, o vermeyi bilmez. "Elimi al" diye bağırsanıza.

Bugün, kültürlerarası etkileşim Nasreddin Hoca’nın al-ver hikayesine göre çok boyutlu, daha karmaşık bir ilişki gibi görünse de, özü bir. Adına almak da, vermek de deseniz, sonuç aynı, etkileşim iki tarafı da geri dönülmeyecek biçimde değiştiriyor. İsterseniz önce kısa bir giriş yapayım. Louisiana, Amerika’da cazın doğduğu bölge. Ben bu yazıda Louisiana ve Anadolunun geçmişine bir göz atıp, bu iki bölgenin ‘kültürel melezlik’ açısından benzerliklerini inceledikten sonra, konuyu biraz daha Anadolu, çokkültürlülük ve caz müziğine getirmek istiyorum.


Louisiana
Louisiana, çokkültürlü, çokdilli bir bölge. Yerleşimle ilgili ilk bulgular, İ.Ö. 3.500’lerde avcı toplayıcı toplulukların, Louisiana’nın kuzey bölgesinde yaşadıklarını gösteriyor.  Amerikan yerlilerinden oluşan nüfus, İ.S. 1.500’lerde önce İspanyollar, sonra da Fransızların koloniler kurmasıyla farklı kültürlere kapılarını açmış. 1.700’lerin başında, Fransız kolonilerine getirilen Afrikalı köleler, Louisiana’nın melez yapısını daha da çeşitli bir hale getirmiş. 1721’de, New Orleans’ta yaşayan 1.256  kişinin neredeyse yarısının Afrikalı kölelerden oluştuğunu düşünürsek, köle ticaretinin ne kadar hızlı ve yoğun olduğu sanırım anlaşılacaktır. 1803 yılında Birleşik Devletler’in, Louisiana’yı Fransa’dan satın almasından dokuz yıl sonra, 1812 yılında Louisiana, Birleşik Devletler’in eyaleti haline gelmiş. Louisiana’da, Avrupalı kolonilerden önce, Caddo, Tunica, Natchez, Houma, Choctaw, Atakapa, and Chitimacha gibi yerel diller konuşulurken, daha sonra İspanyolca, Fransızca ve İngilizce de konuşulmaya başlanmış. Bugün evlerinde kendi dillerini konuşan azınlıkları saymazsak, tüm toplumun İngilizce konuştuğunu söyleyebiliriz. Şu anki nüfusa baktığımızda, toplumun üçte ikisini beyazların, üçte birini ise siyahlar oluşturduğunu görüyoruz. Asya ve Amerikan yerlileri de %1’ler düzeyinde. Dini inanış olarak toplumun % 60’ı Protestan, % 28’i Katolik, % 8’i dinsiz, % 4’ü ise sırasıyla Yehova Şahitleri, Müslümanlar, Budistler, Hindular ve Musevilerden oluşuyor.(1)

Anadolu
Eğer sıkılmadıysanız, şimdi bir de tarihte Anadolu turuna çıkalım. Anadolu’daki ilk yerleşimler İ.Ö. 700.000’lü yıllara kadar gidiyor. Bulgulara baktığımızda İ.Ö. 8.000’lerde Çayönü (Diyarbakır), İ.Ö. 7.000’lerde Çatalhöyük (Konya) gibi çok sayıda yerleşime rastlıyoruz. Bulgulara göre, Anadolu tarihindeki en önemli uygarlıklardan birisinin Hititler olduğunu söyleyebiliriz. Hititler, Hint-Avrupalı olduğu düşünülen bir halk, İ.Ö. 3.000’lerde Anadolu topraklarına  gelmiş ve o tarihte Anadolu’da güçlü bir uygarlık süren Hattiler’den çok etkilenmişlerdir. Hitit uygarlığı, mimari, takı sanatları, seramik sanatı gibi pek çok konuda Anadolunun parlayan yıldızı gibidir. Hititler sonrası Anadolu, Tunç Çağında,  Lydia, Lykia gibi çok sayıda uygarlığa, Helenistik dönem uygarlıklarına ve sonrasında da Roma İmparatorluğu’na ev sahipliği yapmıştır. Bizans İmparatorluğu ve Selçukluları izleyen Anadolu Beylikleri dönemi, Osmanlı İmparatorluğu’nun gücünü artırması ile kaybolmuşlardır.

 (2)

Osmanlı İmparatorluğu çok sayıda, farklı halktan oluşuyordu. Fethedilen bölgelerdeki yabancı ailelerin çocuklarının alınarak yeteneklerine uygun alanlarda yetiştirilmelerine dayanan devşirme sistemi, Osmanlı'nın yönetim kademelerinde de çokkültürlü bir yapı olmasını sağlamıştır. Osmanlı İmparatorluğundaki çok sayıda komutan ve vezir, devşirme sisteminde yetişmiştir. 1800’lü yılların sonunda, Osmanlı’da nüfus şu şekildeydi: Müslümanlar, Yunanlar (Makedonlar, Anadolu Rumları, Pontus Rumları, Kafkas Rumları dahil), Ermeniler, Bulgarlar, Katolikler, Yahudiler, Protestanlar, Latinler, Asurlular ve Çingeneler. (3)

Bildiğiniz gibi, Osmanlı İmparatorluğu'nun resmi dili Türkçe. Yerel yönetimlerde ise Türkçe ve bölgenin yerel dilleri (Arapça, Arnavutça, Berberice, Boşnakça, Bulgarca, Ermenice, Farsça, Hırvatça, Kürtçe, Macarca, Rumca/Yunanca, Rusça, Sırpça v.b. gibi) kullanılıyordu. Edebiyatta ise esas olarak Türkçe ve Farsça kullanılmıştır. Osmanlı topraklarında Müslümanlık ağırlıklı olmak üzere Hıristiyanlık ve Musevilik de imparatorluğun hoşgörüsü içinde yaşamını sürdürebilmişti.

Biraz daha günümüze geldiğimizde, 20.yüzyılda Anadolunun, çoğunlukla Türkler ve Kürtlerden oluşmakta olduğunu, Lazlar, Romanlar gibi az da olsa farklı halklar yer aldığını görebiliyoruz. 1915 Ermeni Soykırımı ve Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki mübadeleyle (Yunanistan'daki Türk kökenli halkla, Türkiye’deki Rumların değiş-tokuş edilmeleri) Anadoludaki Türk-Müslüman baskınlığı artmıştır. 1923-1927 arasındaki nüfus değişiminde Türkiye, toplam nüfusunun % 3,5’ini kaybetmiştir. Ülkeyi terk eden Rumlar, Trakya’daki birçok şehirde, şehir nüfusunun neredeyse üçte birine denk geliyordu. Bunu gözünüzde canlandırmanız için, şu an yaşadığınız mahalledeki komşularınızın üçte birinin, kısa süre içinde, başka bir ülkeye gittiğini düşünmek yararlı olabilir.

Bu genel bilgiden sonra, bugün çokkültürlü, çok dilli yapısından uzaklaşmış da olsa, Anadolunun yüreğinde onlarca halkın, dinin, dilin sesini taşımaya devam ettiğini söyleyebiliriz. Şimdi asıl konumuza dönebiliriz. Anadolu toprakları, Louisiana’ya göre, çok daha fazla kültüre yataklık etmiş, farklı dinleri, uygarlıkları, inançları ağırlamış olsa da kültürel yapıyı tanımlamak için iki bölgeye de ‘melez’ demek sanırım uygun olur. Caz konusuna geçmeden, bir coğrafi bölgede 'melez kültürlerin' yaşaması, oradaki yaşamı ve sanatsal yaratıcılığı nasıl etkiler, biraz buna bakalım.

Kültürel Melezlik, Yaratıcılık ve Caz
Dilerseniz bu noktada ‘melez’ kavramını biraz irdeleyelim. Melez sözcüğü, olumlu çağırışımlara sahip olsa da bütün diller, kırma, soysuz, karışık ırk gibi olumsuz sözcüklere de sahip. Dünyanın bugün geldiği noktada, artık iki, üç değil çok daha fazla kültürün bir araya geldiği çokkültürlü ortak bir yaşam söz konusu. Böylesi karşılaşmalardan etkilenen halkların kültürlerinde, farklı yönler gelişip, bazı özellikler de gerileyebiliyor. Örneğin; dile yabancı sözcükler girdiği gibi, iki dilde de olmayan yeni sözcükler veya tümüyle yeni bir dil ortaya çıkabiliyor. Ezgiler, danslar, takılar, giysiler, eşyalar, yemekler, kültürlerin ilk halini inceleyerek öngöremeyeceğimiz bir yönde değişebiliyor. Çok sayıda farklı ilişki söz konusu olduğundan, bu kadar çapraşık bir etkileşim ağı sonrasında, nasıl bir değişimin olacağını kestirmek olası değil. Peter Burke, bu türden kültürel karşılaşmaların yaratıcılığı teşvik ettiği iddiasını mantıklı bulduğunu söylüyor. (4)

Peki neden bu etkileşimler, yaratıcılığı artırsın?

  • Farklı kültürlerle tanışmanın, kendi kültüründeki sınırları ve algıları genişletme yönünde baskı oluşturması beklenir. Kültür hayatındaki sınırlar genişlediğinde, yaratıcılığın alanının da büyümesini beklemek yanlış olmaz.
  • Farklı kültürler, farklı yöntemleri, farklı iş yapma biçimlerini, farklı sözcükleri bize kazandıracağından, yaratıcıların kullanacağı malzeme, ilişki ve işleme yöntemlerinin sayısında ilk duruma göre artış olması beklenir. Bunun da yaratıcılığı olumlu yönde etkileyeceği açıktır.

 (5)

İsterseniz, kültürel melezliğin, yaratıcılık üzerindeki olumlu etkileriyle ilgili  bazı örnekler verelim :

  • Mimar Sinan, Kayseri'nin Agrianos (bugünkü Ağırnas) köyünde Türk, Ermeni veya Rum olarak doğmuş, 1511'de devşirme olarak İstanbul'a gelmiş ve yeniçeri ocağına alınmıştır. (6)  Sinan’ın kendi anlatımıyla: "Bu değersiz kul, Sultan Selim Han'ın saltanat bahçesinin devşirmesi olup, Kayseri sancağından oğlan devşirilmesine, ilk defa o zaman başlanmıştı. Acemi oğlanlar arasından, sağlam karakterlilere uygulanan kurallara bağlı olarak kendi isteğimle dülgerliğe seçildim. Ustamın eli altında, tıpkı bir pergel gibi ayağım sabit olarak merkez ve çevreyi gözledim. Sonunda yine tıpkı bir pergel gibi yay çizerek, görgümü artırmak için diyarlar gezmeye istek duydum. Bir zaman padişah hizmetinde Arap ve Acem ülkelerinde gezip tozdum. Her saray kubbesinin tepesinden ve her harabe köşesinden bir şeyler kaparak bilgi, görgümü artırdım. İstanbul'a dönerek zamanın ileri gelenlerinin hizmetinde çalıştım ve yeniçeri olarak kapıya çıktım.” Mimar Sinan, bir devşirme olmanın yanında, kendisinin de söylediği gibi her gittiği yerden farklı bir şey öğrenerek kendisini geliştiren, farklı kültürlerden yararlanan bir mimardı.
  • Şems-i Tebrizi, günümüzde İran'ın Doğu Azerbaycan Eyaleti’nin yönetim merkezi olan Tebriz şehrinde yetişmiştir. Bir Azeri Türk’üdür. Şems ile karşılaşmasını anlatırken "Onun ışığı vurmazdan önce ölü bir nakıştım sadece taş duvarlarınızda.” diyen Mevlana ise etnik köken olarak Fars, Tacik veya Türk’tür. En büyük eseri Mesnevi ise Farsçadır. Mevlana ile Şems’in aşkı, farklı iki kültürün kaynaşmasını da içermektedir. Mevlana’nın, kendisindeki yaratıcı ışığı, Şems’in ışığının yansıması gibi anlatmasına bakarak, bu karşılaşmadan çok olumlu biçimde etkilendiğini düşünebiliriz.
  • Jamaika’da doğan Reggea (öncülü olan Rocksteady’le birlikte); blues, jazz, ska gibi türlerle Afrika ve Latin gibi farklı ritmlerden etkilenmiş melez bir müzik türüdür.
  • Endülüs bölgesinde doğan Flamenko müziği, bölgedeki yerli İberik halklar, Berberi-Arap Müslümanlar, İspanyalı Yahudiler ve Çingeneler tarafından, birlikte üretilmiş melez bir müzik türüdür ve ezgilerinde, tüm bu halkların etkilerini taşır.
  • Yaşar Kemal’in ailesi, uzun bir göç süreci sonunda, Van Gölü’ne yakın Ernis (bugün Ünseli) köyünden, Osmaniye’nin Kadirli ilçesine bağlı Hemite köyüne yerleşmiş ve Yaşar Kemal de burada doğmuştur. Kendi anlatımına göre bir Türkmen köyünde tek Kürt ailenin çocuğu olarak doğup büyüyen Yaşar Kemal, evde Kürtçe, köyde ise Türkçe konuşuyordu. Yaşar Kemal, romanlarını Türkçe yazsa da, hem Türk, hem de Kürt kültüründen beslenmiştir. 2007 yılında, Kürt romancı Mehmed Uzun’un Diyarbakır’da düzenlenen cenaze törenindeki konuşmasında şöyle diyordu ünlü yazar : “Dünyada hiçbir kültüre, kültür zarar vermemiştir. Her kültür, öbür kültürü beslemiştir. Bu anlaşılmıyor. Kültürler birbirlerini öldürmezler. Kültürler birbirlerini çoğaltırlar, yaşatırlar, zenginleştirirler. Bunu bilmeyenler kendi kültürlerini öldürüyor. Yasakladığı kültürleri de öldürüyorlar. Bu cehaletten geliyor. Bir ülkede kültürlerin çeşitliliği o ülkenin zenginliği, büyüklüğüdür.” (7)
  • Fazıl Say, İstanbul Senfonisi’nde, bir yandan, hicaz makamı ile başlayıp, 13/8 ve 9/8’lik aksak Türk ritmlerine karışan, Mehter Marşından, dinsel motiflere, Sulukule meyhanelerinden, yerel şarkılara, ney ile kanundan, kudüm ve darbukaya uzanan İstanbul’un tarihsel kültürünü, diğer yandan ise bu yerel birikimle karşı karşıya gelen geniş bir senfonik orkestrayı, atonal tınıları, karmaşık geçişlerin modern dünyasını anlatmaktadır. Senfoni, İstanbul tarihinin birbirine geçmiş kültürel zenginliğini, büyük bir başarıyla yansıtmaktadır.(8)
  • Kerem Görsev, “Türkiye’de Caz” belgeselinde bir anısını anlatırken, Therapy albümünün kayıtlarında çaldığı bir makamsal (Türk müziği makamları) piyano soloyu, ünlü müzisyenler Alan Broadbent'le Ernie Watts’ın çok beğendiklerini; albümdeki en güzel parça olarak, bu parçayı düşündüklerini aktarıyor.(9)
Şimdi 'melez' kültüre sahip coğrafyaları ve melez kültürün yaratıcılık üzerindeki etkilerini yanımıza alıp, caz müziğinin kapısını çalabiliriz. Caz; dünyadaki müzikler, hatta tüm sanat dalları içinde melezlikten en çok beslenen müzik türü. Belki de kültürel melezlik için, cazın çimentosu diyebiliriz. Louisiana’nın melez kültürü, cazın doğasına işlenmiş bir genetik kod gibi. Yüzyıllık zaman içinde, türler, ritmler, ezgiler, armonik yapı, enstrümanlar değişti ama bu kod hiç değişmedi. Louisiana’dan tüm dünyaya yayıldı. Bir caz topluluğundaki renklilik artık şaşırtıcı gelmiyor kimseye. Müzisyenlerin biri Afrika’dan, diğer Norveç’ten, başkası Hindistan’dan gelip, bir arada dünyanın en büyülü müziklerini yaratabiliyorlar. Django Reindhardt’ın çingenelerin geleneksel tınısını cazla birleştirmesi, John McLaughlin’in L.Shankar (keman), Zakir Hüseyin (tabla), Thetakudi Harihara Vinayakram (ghatam) gibi müzisyenlerle kurduğu Shakti topluluğunun Hint tını ve ritmleri, Arjantiinli badoneoncu Astor Piazzolla’nın yeni tangosu, Jobim’in latin caz ezgileri ve daha onlarca yerel tını, artık bütün dünyaca bilinen cazın ortak diline dönüştü. Bu birleşimler, yerel müzikleri öldürmedi, zayıflatmadı, yozlaştırmadı; tam tersine güzelleştirdi.

Dünyadaki her toplum, eğer coğrafi olarak yalıtılmış veya başka toplumlardan habersiz değilse, belli ölçüde başka kültürlerden etkilenmek durumunda. Farklı kültürlerin etkileşimi sırasında, toplumların ahlak anlayışı, dini inançlar, yabancılara yaklaşım gibi pek çok öğe, değişimin yönü ve büyüklüğü konusunda belirleyici oluyor. İslamiyet’in bu türden kültürel değişimlere açık bir din olduğunu söylemek güç. Ancak, bin yıllardır Anadolu’da yaşayan farklı kültürleri düşündüğümüzde, kültürel genetik mirasımızın içinde böylesi değişimler zaten bulunsa gerek.

Kuşkusuz, kültürel değişimleri ele alırken, kapitalist düzenin dayatmalarını bir kültürel etkileşim olarak görmeyecek kadar da uyanık olmak gerek. Küreselleşme adı altında, tek dilli, sığ bir estetik anlayışın tüm dünyayı egemenliği altına alması ve popüler kültürün pazarlama, tüketim, büyüme döngüsünde kendinini başka kültürler altında yeniden satmaya çalışmasına karşı duyarlı olmak zorundayız. Ancak bunu da duvarlar örerek değil, kendi kültürümüzü güçlendirerek, farklı kültürlerle daha güçlü bağlar kurarak yapabiliriz. Yozlaşmaya ve popüler kültürün baskısına ancak bu şekilde direnebiliriz.

 (10)

Bu toprakları, tekdüze, kalıpçı, otoriter, miliyetçi duygulardan arındırabilmek için müzik, resim, heykel, tiyatro gibi tüm sanat dallarını yeniden Anadolu ile buluşturmalıyız. Hele bir, Anadolu topraklarına caz tohumlarını serpebilsek, cazın tıpkı Louisiana’da olduğu gibi Anadoluda da büyük bir hızla serpilip gelişecek. Eksiğimiz olan biraz güven, biraz hoşgörü, biraz da sevgi.

Hoşgörü, Anadolunun ovalarını sulayan ırmaklar gibi. Bırakalım özgürce, dilediğince aksın, Yunus Emre'nin yurdunda, artık bilginin ve sevginin tohumlarını büyütsün, nefretin değil.

Adımız miskindir bizim
Düşmanımız kindir bizim
Biz kimseye kin tutmayız
Kamu âlem birdir bize
Yunus EMRE

Kaynakça:
(3) Osmanlı İmparatorluğu, http://tr.wikipedia.org/wiki/Osmanl%C4%B1_%C4%B0mparatorlu%C4%9Fu#DemografiErişim Tarihi: 04.06.2014
(4) Burke, Peter (2011), Kültürel Melezlik (İstanbul, Asur Yayınları) - Birinci Baskı: Nisan/2011, Çev.Mustafa Topal
(6) Mimar Sinan, http://tr.wikipedia.org/wiki/Mimar_Sinan, Erişim Tarihi: 04.06.2014
(7) Yaşar Kemal, Radikal Gazetesi 14.10.2007, http://www.radikal.com.tr/haber.php/?haberno=235695, Erişim Tarihi: 05.06.2014
(8) Fazıl Say İstanbul Senfonisi'ni anlatıyor, http://www.youtube.com/watch?v=i5Etc3g-D5c, Erişim Tarihi: 05.06.2014
(9) Kerem Görsev - Türkiye'de Caz Belgeseli, http://www.youtube.com/watch?v=7wF-Clo-noE, Erişim Tarihi: 05.06.2014
(10) Melez İkizler, http://www.stellasmagazine.com/2010/09/one-in-a-million-black-and-white-twins/, Erişim Tarihi: 05.06.2014

Not: 06.06.2014 tarihinde gözden geçirilmiştir. (Anlatım, yazım hataları)

2 yorum:

Unknown dedi ki...

Bu yazin da entellektuel birikimini yansitiyor sevgili Burak. Kalemine saglik. Her birisi bir makale konusu olacak bunca kavrami tek bir yazida islemek biraz daginiklik yaratmis sadece. Bence tabii ki. Bir de Turk Ermeni meselesinde yasanan seyin "kiyim" degil "mukatele" olduguna inaniyorum. Emre Kongar tezine uygun olarak. Yani "karsilikli katl". Neyse. Uygun bir zamanda konusmak dilegiyle sana guzel "blues" gunler diliyorum gokyuzunun ve denizin mavisine dalacagin...

Burak Kaya dedi ki...

Çok teşekkür ederim Murat'çım. Yeniden okuduğumda bazı kopukluklar fark edip, düzeltmeye çalıştım. Eleştirin için tekrar çok teşekkürler. Sevgiler...